23 Şubat 2010 Salı

BALIKÇI İLE HARWARD LI

Amerikalı bir zengin, iş seyahati sırasında Meksika'nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış...
Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı...
"Merhaba balıkçı" diye seslenmiş, "... Bu balıkları kaç zamanda tuttun?"
"Bir iki saatimi aldı"demiş balıkçı... İştahlanmış bizim işadamı; "E, niye biraz daha
kalıp daha fazla tutmadın?" diye sormuş.
"Bu kadarı bize yetiyor da ondan" diye omuz silkmiş balıkçı. Şaşmış balıkçının bu
kanaatkarlığına işadamı; "Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki" diye üstelemiş.
Balıkçı, özetlemiş bir gününü:
"Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin
karımla biraz siesta yaparım. Akşamları amigolarla beraber gitar çalıp şarap içer,
geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım senyor".
Gerinmiş Amerikalı: "Bak" demiş "...ben sana yardımcı olabilirim..
Bu işe daha çok zaman ayırmalısın. Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık
tutmalısın. Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede
tuttuğun balıkları doğrudan işletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla kendi balık
fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun".

Balıkçı merakla "Bunları yapmak kaç sene alır sinyor" demiş:"15-20 yılda
halledersin" demiş Amerikalı, "Ama sonrası daha parlak: Zamanı gelince şirketini
halka açarsın, hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar
kazanırsın." "Milyonlar ha..." diye tekrarlamış balıkçı... "Eeee... sonra?"
"Sonra emekli olursun. Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin. İstersen zevk için
balık tutarsın. Çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın. Akşamları da
arkadaşlarınla şarap içip gece yarısına kadar gitar çalarsın. Nasıl...?
Mükemmel değil mi? "Balıkçı cevap vermiş,
"Ben zaten şu anda o işi yapıyorum,bu kadar telaşa ne gerek var..."


Bir an olsun durup düşünseniz; "Bütün bu telaş ne için...?" Arada denize açılıp,
çocuklarınızla oynaşmayacak, dostlarınızla gitar çalıp şarap içemeyecek olduktan
sonra onca koşturmanın ne anlamı var? Hırsla örülü onca yılın vaat ettiği final,
halen yanı başımızda duran mutluluksa, bu yarışa ne gerek var?

CAN DÜNDAR

22 Şubat 2010 Pazartesi

Herşey Seninle Başlar

Çaresizlik öğrenilmiştir.
Başarılı olmak da öğrenilebilir.
Sende sandığından fazlası var!
Gelebileceğin en iyi yerde değilsin.
Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır.
Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur.
Rüzgarı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren!
Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık.
Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var.
Her şey seninle başlar!
Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın.
Hayatta ya tozu dumana katarsın,
Ya da tozu dumanı yutarsın.
Seçim senin!

Mümin Sekman

*******       *******


Hayat Kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir.
Kendin için neler hissettiğindir.
Güven, mutluluk, şefkattir.
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Hayat;  kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Ne dediğin ve ne demek istediğindir.
İnsanların sahip olduklarını değil,  kendilerini olduğu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi, hayatı, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek
için kullanmayı seçmektir.
İşte hayat bu seçimlerden ibarettir.
İnsanların en acizi dost edinemeyen, ondan daha acizi ise dost kaybedendir.

Charles Eguone

*******       *******


ÖZGÜR OLMAK

Asya'da maymun yakalamak icin kullanılan bir ceşit tuzak vardır. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbirşey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama
zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.

Joseph Goldstein
 

18 Şubat 2010 Perşembe

Kahve mi Fincan mı?


Iş yasaminda önemli yerlere gelmis bir grup eski mezun arkadas grubu üniversitedeki hocalarindan birini ziyarete gitmis.Cesitli konular konusulduktan sonra sohbet, isin yarattigi strese ve hayatin zorluklarina gelmis.
Yasli üniversite hocasi ziyaretcilerine kahve ikram etmek üzere mutfaga gitmis  ve degisik boy, renk ve kalitede bir  cok fincanin bulundugu bir tepsiyle geri dönmüs.
Kimi porselen, kimi seramik, kimi cam, kimi plastik olan fincanlari ve kahve termosunu masaya koyup  kahvelerini oradan almalarini söylemis.Tüm eski ögrenciler kahvelerini alip koltuklarina döndügünde hocalari onlara sunu söylemis:
"Farkina vardiniz mi bilmem, zarif görünümlü, güzel, pahali fincanlarin hepsi alindi, masada yalnizca ucuz ve basit görünümlü fincanlar kaldi.
Elbette ki kendiniz için en güzelini istemek ve onu almak çok normal ama iste bu demin bahsettiginiz problemlerinizin ve stresin nedeni. Hepinizin istedigi fincan degil, kahve iken, bilinçli olarak herbiriniz birbirinizin aldigi fincanlari gözleyerek daha iyi olan fincanlari almaya ugrastiniz. Yaşam kahveyse,  iş, para ve mevki fincandir. Bunlar yalnizca Yaşam'i tutmaya yarayan araçlardir, ama Yasam'in kalitesi bunlara göre degismez.
Bazen yalnizca fincana odaklanarak, içinde
ki kahvenin zevkini çikarmayi unutabiliyoruz."

 ****** ***************************************************


DEDİKODU VE BİLGE



Bilge, karşısında duran iki adamı ilgiyle süzerek "Sorun nedir?" diye sormuş.
Adamlardan biri diğerini işaret ederek:
- O, yaptığı dedikodularla sadece bana zarar vermekle kalmadı, bu köydeki
pek çok insanın da canını yaktı, demiş...
Diğeri hemen atılmış:
- Üzgünüm... Böyle olsun istememiştim. Tüm söylediklerimi geri alıyorum...
Bilge adam, dedikoducuya dönmüş:
- Yarın kuştüyü yastığını al, köy meydanına gel..
Ertesi gün köy meydanında buluşmuşlar. Bilge, adamın eline bir makas vermiş
ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söylemiş. Yastıktan boşalan tüyler
rüzgârla birlikte etrafa savrulunca:
- Şimdi demiş bilge, bunların hepsini toplayıp bana getir...
Adam şaşkınlıkla:
- Ama bu mümkün değil, diye yanıt vermiş, baksanıza, duvarların diplerine,
bahçelerin en kuytu köşelerine kadar savruldular. Hepsini toplamak imkânsız...
- Tıpkı senin başkaları hakkında sarf ettiğin sözler gibi demiş bilge,
yaptığın dedikoduların ne kadar uzak kuytulara ve köşelere gittiğini hangi
sonuçlara yol açtığını bilebilir misin?



Küçük Dersler


Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
'Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?' Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen Her gün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu.
'Tabii, dahil' dedi, Hocamız...
'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...' Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...
Dorothy idi.
* * *
Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...

Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
'Çikolatalı pasta kaç para ?'
'50 Cent.'
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
'Peki, Dondurma Ne Kadar ?'
'35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki... Çocuk parasını bir daha saydı ve
'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı sanki akan gözyaşları temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu..
* * *
Yolumuzdaki Engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde... 'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.'

17 Şubat 2010 Çarşamba

Sahte Milliyetçiler - Uğur Mumcu

13 Nisan 1979 Cumhuriyet gazetesinde aynen aktarıyoruz:
SAHTE MİLLİYETÇİLER/ UĞUR MUMCU

Yabancılar ayıp olmasın diye, bizim gibi ülkeler için "gelişmekte olan ülkeler" derler! Aslına bakarsanız, bizim adımız "az gelişmiş ülke"dir. Ünlü Fransız bilim adamı Mourice Duverger, bizim gibi ülkeler için "proleter uluslar" kavramını kullanıyor. Duverger, Türkçe'ye "Politikaya Giriş" adıyla çevrilen özlü incelemesinde:
- Burjuva milletlerle, proleter milletler arasındaki fark, 18. yüzyıl Avrupası'nda aynı ülkenin burjuvazisi ile proleteryası arasındaki fark kadar büyüktür, demektedir. "Proleter uluslar", sanayi devriminin dışında kalan, tarımı ilkel, enerjisi ve makine üretimi yetersiz, buna karşılık ticaret burjuvazisi gelişmiş, ulusal geliri düşük toplumlar demektir.
“Proleter uluslar", gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerin pazarlarıdır. Gelişmiş ülkeler, proleter uluslar üzerinde, yardım adı altında ekonomik ipotekler kurarlar. Yirminci yüzyılın ilk başlarındaki askeri işgaller, günümüzde ekonomik işgallere dönüşmüştür. Türkiye, böylesine ekonomik işgal altında tutulan "proleter uluslar"ın en başlarında yer almaktadır.
"Proleter uluslar"ın tek kurtuluş yolu, uluslararası kapitalizme karşı savaş vermelerine bağlıdır. Buna, "anti-emperyalizm" diyoruz. Gerçek "milliyetçilik" budur. Üretimi, yabancılara karşı sömürtmemektir milliyetçilik!
"Proleter uluslar"ın milliyetçiliği, ancak ve ancak "antiemperyalist" bir çizgiye oturtulabilir. Bu milliyetçilik anlayışında, ulusallık ve sınıfsallık içiçedir. Kurtuluş Savaşı'mız ve savaşın önderi Mustafa Kemal Atatürk, proleter uluslara özgü "milliyetçiliğin" yirminci yüzyıldaki görkemli örnekleri sayılır.
Yoksul ülkelerdeki, proleter uluslarda rastlanan bir başka "milliyetçilik", bunun tam tersidir. Çarpık ekonomik yapıda palazlanan ve çoğu yabancı sermayenin desteğindeki ticaret burjuvazisi ve kurulu siyasal düzen, uyanan anti-emperyalist bilinci yok etmek ya da yozlaştırmak için bir başka "milliyetçilik" akımına sarılır.
Yine Kurtuluş Savaşımızdan örnek verirsek, bu tür milliyetçiler, "Kuvay-i Milliye"ye karşı İstanbul Hükümeti tarafından örgütlenen Anzavur komutasındaki "Kuvay-i İnzibatiye"dir. Anzavur kuvvetleri, yabancı işgal kuvvetlerinin "milliyetçi" etiketli uzantılarıdır.
Bu milliyetçilik anlayışı, günümüzde daha karmaşık bir niteliğe bürünmüştür. Açık askeri işgalde kimin kimden yana olduğu daha somut biçimde anlaşılırken, bugünkü kargaşa, uluslararası kapitalizmin bu tür "sahte milliyetçilik" duygularını başka başka renklerle sunmaktadır.
Bu milliyetçilik, baştan tırnağa yabancı sermayeden yanadır, ülke içinde ticaret burjuvazisine, dışında yabancı kuruluşlara toz kondurmaz; işçiden, emekçiden değil, işverenden yana tavır alır, alabildiğine din sömürücüsü ve düşünce özgürlüğü düşmanıdır.
Mustafa Kemal, "Ezilen uluslar, bir gün ezenleri yok edeceklerdir" derken, Asya ve Afrika'da uyanan "proleter ulusların", "anti-emperyalist bilincini", "milliyetçilik duygularını" harekete geçirmek istiyordu.
"Milliyetçilik", Kurtuluş Savaşımızda, bozuk düzenin kalelerine çekilen bayrak değil, anti-emperyalist bilincin ve bağımsızlık kavgasının sönmeyen bir meşalesi olmuştu.
“Sahte milliyetçiler"in elinden bu bayrağı almak, bütün devrimcilerin ortak amacı olmalıdır. Çünkü, "proleter uluslar"ın bağımsızlık bilinci, anti-emperyalist kavgadan geçer. Çünkü, özünde ulusallık ve sınıfsallığı taşıyan "gerçek milliyetçilik", anti-emperyalist çizginin odak noktasıdır.
Egemen sınıfların yüzlerindeki "milliyetçilik makyajını" silip atmak, başta işçi sınıfı olmak üzere, yurdunu ve ulusunu seven herkesin görevidir.

14 Şubat 2010 Pazar

HAYAT

Gidene kal demeyeceksin. ..
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,yoksa değersiz olan hep sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..

Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.
NIETSZCHE

Hayatın anlamı senin bakışlarında gizli . . .

Adamın biri hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Köy,kasaba,ülke dolaşmış... Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:  ‘’Şu karşıki dağları görüyormusun,orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir."  demişler.  Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye Hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge “sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor” demiş ... Adam kabul etmiş...  Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içinede silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at  tekrar buraya gel ... Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin.. “ Adam gözü çay kasığında bahçeyi turlayıp gelmiş.  Bilge bakmış “evet” demiş  “kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı ???”  Adam şaşkın. ”Ama” demiş  “ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki...” “Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel” demiş  Bilge...   Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş, muhteşem bir bahçedeymis çünkü ... Geri geldiğinde bilge, adama bahçe nasıldı diye  sormuş...  Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış.. Bilge gülümsemiş, “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş ;    "Hayat senin bakışınla anlam kazanır; ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın.. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır.    ...Hayatın anlamı senin bakışlarında gizli...''

FARKINDA OLMALI İNSAN

Farkında olmalı insan,
Kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı. Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan
Hayvanların yolda , kaldırımda , çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi,köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli, fark etmeliyiz çok geç olmadan…..
Ömür dediğin üç gündür,dün geldi geçti yarın meçhuldür…
O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür….
Can Yücel

Kalp hizasında sevilsin diye....

Aşağıda yazılı sözcükler Tanrı ile insanın konuşmasını anlatan Talmud isimli kitaptan alınmıştır ve şöyle biter :
"..Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin, çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar...
Kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı, öyle olsaydı ezilirdi...
Üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. Ama göğsünden yaratıldı, eşit olsun diye...
Kolun biraz altında korunsun diye.. Kalp hizasında sevilsin diye..."

6 Şubat 2010 Cumartesi

Nuh'un Gemisinin Öğrettikleri


Ünlü bir yönetici , “ Bilmem gereken herşeyi , Nuh’un Gemisi’nden öğrendim.” demiş. Nelermiş öğrendikleri?
1) Doğru gemiyi kaçırma.
2) Hepimizin aynı gemide olduğunu unutma.
3) Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh , gemisini inşa ederken henüz yağmur yağmıyordu!
4) Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven dayadığında bile , gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.
5) Eleştirileri dinle , eleştirenlere kulak asma , yapılması gerekeni yapmaya devam et.
6) Geleceğini zirveler üzerine kur , dalgalar sana ulaşamasın.
7) Ne olur ne olmaz , arkadaşla yola çık.
8) Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi , çitalar da.
9) Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde , bir süre boşlukta yüz.
10) Titanik’in profesyoneller , Nuh’un Gemisi’nin ise amatörler tarafından yapıldığını unutma.
11) Fırtınanın gücü ne olursa olsun , eğer doğru yoldaysan , seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.

alıntı

AYDINLIK


Bir bilge adam çölde öğrencileriyle otururken demişki;
"Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz?
Tam olarak ne zaman karanlık başlar,ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri;
"Uzaktaki sürüye bakarım, "demiş, "koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ve
"Hocam"demiş,"İncir ağacını,zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge adam uzun süre susmuş.
Öğrenciler meraklanmışlar ve,
"Siz ne düşünüyorsunuz hocam?"diye sormuşlar.
Bilge şöyle demiş;
"Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel miçirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona arkadaş diyebildiğimde
ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, aldırmadan, kardeşim sayabildiğimde anlarımki sabah olmuştur,
AYDINLIK başlamıştır..."

5 Şubat 2010 Cuma

ANGUT'UN SADAKATİ


Herkesin haksız bir şekilde kullandığı bir ifadedir 'Angut'. Biri laftan anlamayınca, boş boş bakınca ya da aptallık edince hemen 'Angut musun?' der günümüzün insanı.
Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir sürü insan var ülkemizde.
Özelliği nedir bilir misiniz?
Angut kuşunun eşi öldüğü zaman yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun başucunda bekler.
İşte bu canlının yaptığı en büyük 'Angut'luk budur. Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir. Dişi olsun erkek olsun bütün Angut kuşlarının Çok ürkek bir hayvan olmasına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz.
Hani derler ya 'Angut gibi bakmasana' diye...
Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine.
Bundan sonra bazılarına 'Angut' demeden önce bir kere daha düşünün.
Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...


4 Şubat 2010 Perşembe

HAYATI PAYLAŞMAK - Can Yücel

SENİNLE YAŞLANMAK İSTİYORUM.
SENELER GEÇSİN, SEN BENİ BİL, BEN SENİ BİLEYİM İSTİYORUM. BENİM OLDUĞU
KADAR DOSTLARININ, DOSTLARININ OLDUĞU KADAR BENİM OL İSTİYORUM.
NİCE SIKINTI VE ZORLUK YAŞAYIP ANLATALIM.
YAŞAYALIM Kİ, ÖĞRENELİM HAYATI VE DESTEK ÇIKMAYI.
BİRBİRİMİZİN OMUZLARINDA AĞLAMALIYIZ.
SEN ÇOK DERTLENİP, ARKADAŞLARINLA EVE GELMELİSİN.
PAYLAŞMALI VE BERABER SIKILMALIYIZ.
ÖYLEKİ, YALNIZ SIKILMAK SIKMALI BİZİ.
UCUZ YAŞAYALIM Kİ, PARAMIZ OLUNCA SEVİNELİM.
GÜZEL GÜNLERİMİZİ, EVİMİZDE, BİR ŞİŞE ŞARAP VE PİJAMALARIMIZLA
KUTLAMALIYIZ.
YA DA BAZEN DOSTLARLA UCUZ BİRALAR İÇEREK..
BÖYLECE YAŞAMALIYIZ İŞTE.
SONRA ÇOCUĞUMUZ OLMALI,
DÜŞÜNSENE, SENİN VE BENİM OLAN BİR CANLI.
GECELERİ AĞLADIKÇA SIRAYLA SUSTURMALIYIZ.
SEN ARADA MIZIKÇILIK YAPMALISIN.
VE BEN SÖYLENEREK SIRANI ALMALIYIM.
YORGUN OLDUĞUM İÇİN YEMEK YAPMAMALIYIM, SÖYLENEREK YUMURTA KIRMALISIN.
HAVA SOĞUKKEN BİRBİRİMİZE SIKICA SARILIP YATMALIYIZ.
ZAMAN SU GİBİ AKIP GİDERKEN, HERŞEY YAŞANMIŞ BİR HAYATIMIZ OLMALI.
HERŞEYE RAĞMEN HİÇ BIKMAMALIYIZ BİRBİRİMİZDEN
MUTLU DA OLSA, KÖTÜ DE OLSA, YAŞADIĞIMIZ GÜNLER BİZİM GÜNLERİMİZ OLMALI.
SAÇLARA DÜŞÜNCE AKLAR, YA DA GİDİNCE AKLAR, ÇOCUKLARI GÜVENCE ALTINA
ALIP
GİTMELİ BU ŞEHİRDEN. KAVGASIZ, HER SABAH CİNAYETLE UYANILMAYAN, SESSİZ
BİR
YERE GİTMELİYİZ.
GECELERİ BALKONDA DENİZİ SEYREDİP, SANDALYELERİMİZDE SALLANMALIYIZ.
EVE GELİP, BENDEN KAHVE İSTEMELİSİN.
ÇOCUKLAR GELMELİ ZİYARETİMİZE,
GEÇMİŞTEKİ HAREKETLİ GÜNLERİMİZİ ANIMSAMALIYIZ.
BEN, "BEY" DEMELİYİM SANA, SEN DE "HANIM".
ÖYLE SEVMELİSİN Kİ BENİ BU YAZDIKLARIM KORKUTMAMALI SENİ.
TEBESSÜMLER AÇTIRMALI YÜZÜNDE.
BİRGÜN BU HAYATI BIRAKIP GİDERKEN, SADECE MUTLULUK OLMALI YÜZÜMÜZDE
BİRBİRİMİZİ SEVMENİN GURURU OLMALI "HERŞEYDE"...

CAN YÜCEL

3 Şubat 2010 Çarşamba

TANRININ KAHVESİ

Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler :

'Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.

Sunu bir düşünün: Hayat kahvedir. Is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak Tanrının sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.

Lütfen,Kahveye odaklanın,kahvenizin kokusuna,tadına,ısısına .....yani kahveyi (hayatı) farkındalıkla yudumlayın ! Yoksa içtim  (sağa sola bakarken) bir şey anlamadım dersiniz...


En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.
Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

1 Şubat 2010 Pazartesi

BARIŞ MANÇO'NUN CANLI YAYINDA KÜSTAH FRANSIZ SUNUCUSUNA VERDIGI DERS

Bugün, 1 Şubat
Barış Manço'nun ölümünün 11.yıldönümü
Kendisini sevgiyle ve rahmetle anıyoruz.
Ruhu şad olsun..........

BARIS MANCONUN CANLI YAYINDA KÜSTAH FRANSIZ SUNUCUSUNA VERDIGI DERS

Baris Manço Fransa'da bir televizyon kanalinin canli yayinina konuktur...
Küstah bir sunucu  vardir ve Baris Manço ile dalga geçmektedir...
Sürekli, "Iste Türk, yani barbar, vahsi vs..." demektedir...
Baris Manço daha fazla dayanamaz ve sunucuya "yaninizda kâgit para var mi?" diye sorar!
Bu soruya sunucu sasirir ve "evet var ama n'olacak" der...
Baris Manço israr edince sunucu cebindeki kâgit paralari çikartir...
Bu olaydan az önce Baris Manço canli yayinda "Anahtar" adli sarkisini söylemistir...

Bu sarkinin bir bölümü söyledir:
"Bes Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, bes Fatih-bir Mevlana,
Iki Mevlana-bir Sinan"  (Baris Manço / Anahtar sarkisi / Darisi Basiniza
Albümü / 1992)
Bu sarki bir matematik sorusudur ve sarkida adi geçen kisiler o dönemdeki Türk parasi olan banknotlarin arkasinda fotografi olan kisilerdir... Baris Manço spikere sorar: "Bu paranizda fotografi olan kisi kim?"

Sunucu: "General........" Baris Manço diger paralardaki fotograflari olan kisileri de sorar, spikerin verdigi cevaplar hep aynidir, "General........", "Amiral...........", "Komutan............."

Sunucunun bu "falanca General, falanca Amiral, falanca Komutan"  cevabindan sonra, bu sefer de Baris Manço cebinden Türk paralarini çikarir...  Sunucuya der ki:
"Bu parada fotografi olan kisi Mehmet Akif Ersoy'dur.  Sairdir...
Bu fotograftaki kisi Mevlana'dir. Düsünürdür...
Bu paradaki fotografi olan kisi Fatih Sultan Mehmet'dir. Adaletin sembolüdür...
Bu paradaki kisi ise Atatürk'tür. "Yurtta baris, dünyada baris" diyen kisidir...
Bizim paralarimiz bunlar... Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar oldugumuz için paralarimizin arkasina "sairlerimizin", "düsünürlerimizin","bilim adamalarimizin" fotograflarini bastik...
Siz Fransizlar kendiniz barbar, vahsi oldugunuz için paralarinizin arkasina
hep savas adamlarinin fotograflarini basmissiniz!" der...
Baris Manço'nun bu müthis cevabindan sonra televizyon yöneticileri canlı yayini keserler ve sunucuyu oradan kovarlar, baska bir sunucu yerine gelir ve canli yayin yeniden baslar, yeni sunucu Baris Manço'dan ve Türklerden özür diler, programa böylece devam edilir...