29 Ocak 2012 Pazar

Özgürlük / Bir Resim ve Anlamı....


Babası İspanya`nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.

Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.

Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...

Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da "üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi.

Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.
Babası keyifle resme baktı ve sordu: "Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?"

Küçük kız babasına eğilerek, sessizce şöyle dedi :

"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri...

 

27 Ocak 2012 Cuma

Tekirdağ Rakısının Sırrı


Tekirdağ Rakısının sırrını bilir misiniz?
 Birden hocanın sorusunu duyunca herkes şaşırdı.
 Üniversitede, üretim yönetimi dersindeydik.
 Konu 6 Sigma.
 Dersin ortasındayız ve hepimizin içi bayılmış.
 Ama rakı lafını duyunca bir anda uyandık ve herkes rakı hakkında bilgisini konuşturmaya başladı.
 Biri “Yaş üzüm” diye atıldı.
 Kimi “Tekirdağ’ın havasından” dedi.
 Öteki “artezyen suyundan” dedi.
 Bense “Tekirdağ Rakısı” nedir bilmediğim için ağzımı bile açmadım.
 En sonunda hoca herkesi susturup anlatmaya başladı:

 ‘Tekirdağ rakı fabrikasına zamanında yeni bir müdür atanmış.  Müdür daha fabrikaya gelmeden, ne kadar suratsız bir adam olduğuna dair söylentiler ulaşmış. Herkes yeni müdürün ne kadar geçimsiz, ne kadar sinirli bir adam olduğunu konuşur olmuş.  Müdür gelince ilk iş, tüm yönetim takımını toplanmış fabrikayı gezmeye başlamış.  Müdür gezerken tek bir laf bile etmemiş. Ama asık olan suratı asıldıkça asılmış. Böylece söylentilerin doğru olduğu anlaşılmış.
 Gezinin sonunda yeni yetme bir mühendis:
 -Beğendiniz mi efendim? diye sorma gafletinde bulunmuş.
 Müdür önce sert bir bakış atıp
 -Ben bu fabrikanın nesini beğeneyim? diye kükremiş.
 Mühendis iki büklüm olmuş, sorduğuna soracağına pişman, sinmiş bir köşeye. Müdür buna daha da sinirlenmiş. Yanında artık varil mi, paket mi ne varsa tekme atıp devirmiş. Herkes korkmuş şaşırmış, kimseden ses çıkmamış. Neyse ki müdür yardımcıları aklı selim adamlarmış. Ertesi gün kendi
 aralarında toplanıp“Fabrikayı nasıl düzeltiriz” diye plan yapmaya başlamışlar. Gördükleri her eksiği tamamlamışlar. Birkaç ay içerisinde fabrika iki katı verimle şekilde çalışır hale getirmişler.
 Sonunda müdürün yanına çıkıp “Gelin fabrikayı bir daha gezelim” demişler. Bu sefer tüm birimler çok düzgün çalışıyor, hiç bir yerde sorun yok. Herkes pür dikkat görev başında.

 Ama yeni müdür rahat durmamış. Paketleme yapılan alana gelince durmuş. Paketlerden birini açıp, içinden bir rakı şişesi çıkarmış. Kapağını açıp koklamış, koklayınca yüzünü ekşitip, rakıyı yere dökmeye başlamış. Tüm amirler, usta başları, işçiler şok.
 -Efendim neyi beğenmediniz? diye soracak olmuşlar.
 -Bu rakının beğenilecek nesi var? diye kükremiş müdür.
 Herkes sus pus.
 Ertesi gün yine tüm fabrika panik. Müdür yardımcıları yine toplanmış, çağırmışlar usta başlarını sormuşlar.
 “Rakıyı nasıl iyileştiririz?” diye.
 Biri demiş “Şebeke suyu kullanmayalım. Kloru fazla.”
 Öbürü demiş “Anasonu çok keskin.”
 Bir başkası demiş “Yaş üzüm kullanalım.”
 Aylar boyu uğraşıp rakıyı yenilemişler. Yine müdürü alıp tekrar fabrikayı gezdirip yaptıkları yeniliklerden bahsetmişler. Paketleme yapılan yere  gelince durup, bir rakı açıp ikram etmişler. Müdür durmuş. Önce şişeyi alıp evirip çevirmiş. Sonra sunulan bardağı alıp biraz içmiş. Tabi o içerken
 herkes pür dikkat bakıyor, ne diyeceğini merak ediyormuş. Sonunda yine yapacağını yapmış “Bu rakının nesi güzel?” diye bağırıp, elindeki şişeyi  yere boşaltmaya başlamış.
 Birden yaşlı bir usta başı dayanamayıp “Döktürmem ben sana rakımı” diye atlamış.
 Müdürün elinden kapmış şişeyi. Herkes şaşkın bakarken de usta başı, “Ne demek nesi güzel. Sen rakıdan anlamıyor musun?” diye bağırmış.
 Etraftakiler bir yandan “Ne yapsak yaranamıyoruz” diye ustabaşına hak veriyorlar, öte yandan müdür kızacak diye korkuyorlarmış. Müdür ustabaşına bakmış. Herkes bağırıp çağırmasını beklerken o sakin sakin
 “Ben rakıdan anlamam.” demiş.
 “Ben insandan anlarım. Yaptığınız işi o kadar kötüledim, şimdiye kadar içinizden biri çıkıp sahiplenmedi. Demek ki aslında kimse ortaya çıkan işi savunacak kadar beğenmiyordu.  Ama şimdi bu şişeyi çocuğunmuş gibi sahiplendin.” demiş.’
 Hoca hikayeyi anlatmayı bitirip durdu. Sonrada şöyle bir öğüt verdi.
 Bir gün bir fabrikanın başına geçecek olursanız, ürettiğiniz cansız nesneyi değil, onu üreten insanı yönetin. Siz şişenin içindekinden hiç anlamayabilirsiniz.  Merak etmeyin onu üreten onu nasıl mükemmel yapacağını bilir.
 İşte Tekirdağ Rakısının sırrı o şişeyi sahiplenip, içindekini  efsane haline getirmesini bilenlerdedir.


 1. Sarhoş olunmaz.
 2. Masada konuşulan masada kalır. Kayıt, not tutulmaz.
 3. Fotoğraf çekilmez. Dışarıdan çekene kızılmaz.
 4. Telefonla konuşulmaz. Çalarsa açılır, “Rakı içiyorum” denir, kapatılır.
 5. GSM'le oynanmaz: Sofra iPhone, Blackberry tanımaz.
 6. Muhabbet esnasında biçem, izlek, imgelem gibi kelimeler kullanılmaz.
 7. Kadınlar ruju  silip oturur: Rakı bardağında ruj izi olmaz.
 8. Düzgün konuşulur, lüzumsuz şirin olunmaz.
 9. Rakıda hızlı gidene karışılır, yavaş düşene karışılmaz.
 10. Argo konuşulur, küfür edilmez.
 11. “Hey!”, “hişt!”, “pişt!” gibi ünlemler kullanılmaz.
 12. Memleketi herkes meşrebine göre kurtarır karışılmaz.
 13. Yemek yenilmez.
 14. Meze tırtıklanır, karın doyurulmaz.
 15. Şalgam suyu, soda, ayran, çay yanına konabilir, içine konmaz.
 16. Kafaya vurup “lölölö!” demek gibi zevzek şakalar yapılmaz.
 17. Masada kitap, dergi, hele laptop asla bulunmaz.
 18. Zeki Müren de, Giuseppe Verdi de dinlenir;
 19. Varsa müzik duyulacak kadar açılır  bağırtılmaz.
 20. Hüzün de neşe de eksik olmaz.
 21. Masada ağlanmaz.
 22. Ağlayan  çıkarsa konu değiştirilir, avutulmaz.
 23. Yüksek sesle şarkı söylenmez.
 24. Şarkı mırıldanırken el kol hareketleriyle desteklenmez.
 25. El kol fazla hareket etmez.
 26. Tartışılır, kalp kırılmaz.
 27. Herkes konuşur, monolog olmaz.
 28. Aynı anda konuşulmaz, söz kesilmez.
 29. Masaya sigara dumanı üflenmez.
 30. Bir rakı içilirken başka marka övülmez.
 31. Rakı masasında sessizlik olmaz.
 32. Zırt pırt tuvalete gidilmez .
 33. Masada yellenilmez.
 34. Masada geğirilmez.
 35. Masaya müzisyen alınmaz.
 36. Azıcık uçulabilir ama yalan dolan olmaz.
 37. Yüksek sesle konuşulmaz.
 38. Kazak pantolonun içine sokulmaz.
 39. Çıplak, yarı çıplak durulmaz.
 40. Şiir konuşulur, şiir okunmaz.
 41. Rakı içilirken başka içki içilmez.
 42. Yolluk bir teki aşmaz.
 43. Yolluk alınmışsa cila çekilmez.
 44. Biradan başka cila olmaz.
 45. Cila birası bir küçüğü geçmez.
 46. Rakı sonrası kahve, şekerli içilmez.
 47. Kahve içilirken höpürdetilmez.
 48. Rakı yalnız içilmez.
 49. Rakı masası 4-5 kişiyi geçmez.
 50. Garsona adı dışında bir şeyle seslenilmez.
 51. Garsona rakı doldurtulmaz.
 52. Balkon sofrasında içmeyen çalıştırılmaz.
 53. Sıcaksa buz konabilir, buz erimeden içilmez.
 54. Rakıdan önce su, sudan önce buz konmaz.
 55. Rakı sek içilmez.
 56. Rakıcı ota çöpe öpüşmez ,habire takdir etmez.
 57. İçerken serçe parmak havaya kaldırılmaz.
 58. Rakı hızlı içilmez.
 59. Rakı fondip yapılmaz.
 60. Kerahet vaktinden önce rakı içilmez.
 61. Büyük konuşanla rakı içilmez.
 62. Çok konuşanla rakı içilmez.
 63. Sessiz duranla rakı içilmez.
 64. Şakadan anlamayanla  rakı içilmez.
 65. Büyük yudumlarla rakı içilmez.
 66. Rakı sofrasında iş dedikodusu yapılır, iş konuşulmaz.
 67. Küllüğe limon kabuğu, zeytin çekirdeği konmaz.
 68. Tabağa, kâseye sigara söndürülmez.
 69. Zırt pırt kadeh tokuşturulmaz.
 70. Konuşurken rakı masasına vurulmaz.
 71. Bardak boş bekletilmez.
 72. Masanın her bir köşesi meze ile doldurulmaz.
 73. Ağız şapırdatılmaz.
 74. Çatal kaşık dişe değdirilmez.
 75. Burun karıştırılmaz.
 76. İzinsiz masadan tuvalete dahi kalkılmaz.
 77. Şerefe vb. yeterlidir, kadeh tokuştururken yaratıcı olunmaz.
 78. Garsona balık ayıklatılmaz.
 79. Garsonun sırtına vurulmaz.
 80. Personele hatır sormadan meyhanede oturulmaz.
 81. Sofraya erken ya da geç gelinmez.
 82. Rakı buzdolabının en alt rafından yukarı çıkarılmaz.
 83. İçi görünmeyen kadehte rakı içilmez.
 84. Masada farklı kadehler olmaz.
 85. Masada farklı markalar olmaz.
 86. Yerken ağız doldurulmaz.
 87. Ağızda lokma varken konuşulmaz.
 88. Boğaza, yeleğe peçete takılmaz, dize peçete konmaz.
 89. Konuşurken çatal bıçak sallanmaz.
 90. Hiçbir durumda ve fikirde ısrar edilmez.
 91. Racon kesilmez.
 92. Ukalalık, kıskançlık kaldırmaz.
 93. Rakı sofrası süslenmez.
 94. Loş meyhanede içilmez.
 95. Yan masanın muhabbeti dinlenmez.
 96. Başka masaya uzun bakılmaz.
 97. Masadan kopuk muhabbet edilmez.
 98. Çiftler el ele tutuşmaz, oynaşmaz.
 99. Sallanan masada içilir, sallanan insanla içilmez.
 100. Bunlar kendiliğinden olur, kasarak yapılmaz.

 Bu meret öyle bir merettir ki,
 acıyla içilir,
 tatlıyla içilir,
 neşeyle içilir,
 ağlayarak içilir,
 kavunla içilir
 peynirle içilir,
 ikisi birlikte çok güzel içilir,
 yemekle içilir,
 mezeyle içilir,
 suyla içilir,
 susuz içilir
 sodayla içilir,
 şalgamla içilir.

 Ama işte,
 Bir tek salakla içilmez.
Nazım Hikmet Ran 

24 Ocak 2012 Salı

18 Ocak 2012 Çarşamba

Elektrikler Kesilmisti... (daha ne istenebilirdi?)



-  A-ha; elektrikler kesildi!..
 
Resmen cart diye gidivermişti elektrikler; o kesintisiz güç kaynağı da bitmiş, bibok seyvedemeden o innncecik ekranın karşısında kalakalmıştı.
 
Aslında n’olacaktı, alt tarafı Metin3 beta oynuyordu, ama beterin beteri olmuştu:
internet minternet hiççç yoktu ve feysdeki o bin yedi yüz “yüzünü görmediği” arkadaşından kopmuştu.
 
O gün ilk defa erken çıktı işinden. Sokakta iki çocuk gördü, gözlerine inanamadı:
sokakta iki gerçek çocuk oynuyorlardı; hatta galiba teki kahkahalar atıyordu.
 
N’olmuştu; dershanelerin, internet kafelerin bir jeneratör alacak parası mı yoktu? Yoksa jeneratör koyacakları köşeye, iki sandalye daha mı konmuştu?
 
Galiba metro da çalışmıyordu. Şimdi POS cihazları da çalışmazdı; bir AVM’ye gidip kazanacağı parayı altı taksitle borçlanamazdı. Altı bin senedir ilk defa o saate, hem de yürüye yürüye evine doğru gitmeye başladı. Trafik lambaları çalışmazken, o yeşil lambadaki yürüyen adamdı.
 
Oflayıp poflarken yoldaki detayları, komik şekilli ağaçları, kediye kafa tutan saksağanı gördü – çok keyif aldı. Bu yürümeler, gülümsemeler falan hiç hayra alamet olamazdı, elektrikler kesilince galiba onda da bir kısa devre olmuş, seksen –doksan dakikadır bir twit bile atmamıştı –
2012 yılıydı ve galiba Mayalar haklıydı.
 
Derken bir at arabası belirdi. Bu gerçek olamazdı, bir oyuna fazla kaptırmış olmalıydı.
 
-  Atla gardaş…
 
Android bir bakış atıp bindi ona, oturdu arabacının yanında. Bir pala bıyıklı, ensesi kırış kırış arabacıya, bir ayaklarının altından geçen yola, bir de ata bakıyordu. Atın kuyruğuna, süslemelerine, birden durup yola pislemesine. Bir “Deeeeh!..” sesiyle tekrar ilerlemesine bakarken 6 yaşında bir çocuk halini alıyordu.
 
Bu nalların yolda çıkarttığı ritmik sesleri, arabanın gıcırtısını, arabacının “Çüüüüüş...”ünü, dudaklarını titreterek kişner gibi: “Brrrrrrrr…”ını hiçbir siteden mp3 olarak indiremeyeceğini biliyordu.
 
Evlerine yakın bir yerde indi; bir yandan yürüyor, bir yandan “şimdi tahta mandallarla yüksek gerilim hatlarına nasıl kocaman çamaşırların asılabileceğini” düşünüp sarı bir ikon gibi gülüyordu.
 
Kar yağıyordu. Geçen yüz yıldan beri selam vermemiş olsa da sitedeki komşularına, o şişko kardan adama kimseye çaktırmadan selam veriyordu. Acaba bu kardan adam hep var mıydııı, yoksa yolda hep telefonla konuştuğundan farkına mı varamamıştı???
 
Güneşin hep erken battığı koca bloklardaydı. Asansör çalışmıyordu, merdivenlerden çıkacaktı ve çıktı. O bacaklar ilk defa bu kadar çalışıp, bu kadar bir işe yaradı. Lastik izli göbeğinden bir miligram azalmış, kalp damarlarındaki tıkanma süreci 5-6 dakika duraklamıştı.
 
Kapının önüne geldiğinde harekete hassas ışık yanmamıştı – ama kapının dibinde ruha hassas bir mum vardı. Tepede zavallı bir akıllı sayaç ona bakarken, o kör güvenlik kamerasının önünde burnunu karıştırdı.
 
2 kısa tak, 1 kuvvetli tak’la kapıyı çaldı. Karısıyla evlenmeden önce de penceresini böyle parolalı çalardı. Şimdi her parola dendiğinde annesinin kızlık soyadının birinci ve üçüncü harflerini anımsıyordu. Zaten artık evlenmişti, öyle parolalara, bir yerlere kaçmalara, el ele yürümelere, bir duvarda ayakları sallamalara falan ne gerek kalmıştı?
 
Kapı bir düğmeye basılmadan elle açılmıştı, karşısında kişisel telefon sesi olmadan, “Slm” bile yazmadan, karısının ta kendisi vardı.
 
Ağlayabilirdi; sofrada bile mum vardı. Kimsenin bakabileceği bir ekran, yazabileceği bir klavye yoktu.
 
Elektrikli ocak, mikrodalga çalışmadığından ortalığı mangaldan yükselen nefis bir koku sarmıştı. Doğalgaz da olmadığından ev çok soğumuştu; elde mumlar, dolaptan baklava desenli kazaklar çıkartılıyordu.
 
O akşam konuştular;
o akşam ilk defa karşılıklı oturup bir ekrana bakmadan,
hatta tabaklarını alıp ayrı odalara kaçmadan konuştular,
konuştular, konuştular.
 
Yıllardır en sıcak gecesini yaşayan kaloriferlerin yanmadığı evde,
yemekten sonra da aynı odada oturdular;
aynı yatağa yatıp birbirlerine sımsıkı sarılarak ısındılar.
 
** ** **
 
O gece telefonlar değil,
ruhlar şarj edilmişti.
 
Ama sabah gözlerini açtıklarında hüzünle fark etmişlerdi;
başlarına elektriklerin kesilmesinden daha büyük bir felaket gelmişti.
 
Onlar ormandan odun kesme, kuyudan su çekme,
bir motifli kazak örme düşlerindeyken - düş bitmişti:
elektrikler geri gelmişti…
 
düş hekimi yalçın ergir    –    zemheri 2012

(Gelen e-postalardan biri....)