E-posta kutusuna düşen yazarını bilemediğim bir
yazı , güzelmiş , ilk defa okudum valla...
******* ******* *******
Rahmetli
babaannem pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü .. Babaannem eğildi,aramaya başladı. Sağa
bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu.
Çocukluk
işte,
-Aman
babaanne dedim.
-
Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli
ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
-Sen
oturduğun yerden ahkam kesiyorsun, 'dedi.
-
Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir
pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor
musun? '
Utancımdan
kıpkırmızı olmuştum.
Aradan
yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde
Öğrenciyim. Alain'in proposlarini
Okuyorum ..
Birden
irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain,
bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet
etmiş olur diyordu .. Ilave ediyordu. Bir
iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği vardır
diyordu ..
On
dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim.
Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, Traş olmak için lavaboya gittiğimde,
aynanın yanında ilginç bir not gördüm. 'Lütfen traştan sonra jiletinizi çöpe
atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik
sanayisine yardımcı olun 'diyordu. Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla
İsveç çeliği gelir .. Birçok eşya üzerinde 'İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye
yazardı. İşte o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini
istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.
İsviçre'de
zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, Televizyonlar bir haberi duyurur.
'Şu
tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın.
Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete
varsa, Kağıt, ambalaj, kutu varsa, Velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,
kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç
ziyanına engel olun. "
Japonlar
son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini
mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, hayatın
manasını anlayamamış, Zavallı kimselerdir .. Böyleleriyle; evini Mezat salonuna
çevirmiş Zavallı, diye eğlenirler. Bir insanin gösteriş için Eşyanın esiri
olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle
Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın
başbakanı Meclisi toplar. Kürsüye çıkar , durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri
ile anlatır ve;
-Şu
andan itibaren der,
-Tanrı
Şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden,
pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise
giymeyeceğim.
Dediklerini
yapar, en Ustten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün
borçlarını öder .. Bu durumun Toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan
kapsadığını söylemeye gerek yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını
gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak
...
* Gerekmediği
halde ELEKTRİĞİ yakmakla, suyu kapamadan boş yere akıtmakla
biz de
zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?
*
Hayat çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar
birbirine bağlıdır ki,
Ilk
okul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.
Bir mıh bir
nalı kurtarır.
Bir nal bir
atı, bir at bir komutanı,
Bir komutan
bir orduyu,
Bir ordu bir
ülkeyi kurtarır
diyordu ..
Maddi
durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok
dikkatli olmak zorundayız. Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep
ve incelik vardır.