25 Ekim 2017 Çarşamba

Ben Seni Sevdim mi

Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne 
Tuttum, ta içime oturttum seni 
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm 
İçtim yudum yudum güzelliğini 
Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette 
Bendeydi özlemlerin en korkuncu 
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan, 
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu 
Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu 
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim 
Biri vardı ağlayan gecelerce 
Biri vardı sana tutkun; o bendim 
Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük 
En solmayan güller açtı içimde 
Ömrümü değerli kılan bir şeydin 
Sen benim boz bulanık gençliğimde 

Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya 
Bir çizgiye vardım seninle beraber 
Ve bir gün orada yitirdim seni 
Ben seni sevdim mi? Sevdim....  

Ümit Yaşar Oğuzcan

16 Ekim 2017 Pazartesi

Dostları Olmalı İnsanın

Dostları olmalı insanın,
Aynen gemilerin limanlari gibi
Zaman zaman uğradığın
Yükünü boşalttığın
Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda
Sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
Geri döneceğin günü bekleme umuduyla
Bazen rüzgara o açmalı yelkenini
Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
Halatlarını çözmeli
Seni çok ama çok özlemeli
Dostları olmalı insanın,
Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen
Düşünmediklerini düşündüren
Seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
Gerektiginde senin için ateşi yutabilen
Yolunu ısıtan ustan olmalı,
Şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
Sana verebilmeli soğuk bir kış gününde
Üzerindeki tek gömleğini.
Oğuzkan Bölükbaşı

11 Ekim 2017 Çarşamba

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Birşey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: 
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana 
Ataol Behramoğlu 

7 Ekim 2017 Cumartesi

Darwin'den... Sözcüklerin anlattığı anlayana...

“Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur...
...“Tavuk toplum”, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!”...
(Darwin)

6 Ekim 2017 Cuma

Can Yücel'den... Sözcüklerin anlattığı anlayana...

En uzak mesafe ne Afrika'dır,
Ne Çin, Ne Hindistan,
Ne seyyareler
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir..
Birbirini anlamayan..
(CAN YÜCEL)

5 Ekim 2017 Perşembe

Mevlana'dan...Sözcüklerin anlattığı anlayana...

Düşüncen konuşmana
Konuşman hareketine
Hareketin kaderine yansır.
Güzel düşün , güzel yaşa....
MEVLANA

4 Ekim 2017 Çarşamba

Gandhi'den... Sözcüklerin anlattığı anlayana...

Düşüncelerin pozitif olsun, çünkü düşüncelerin sözlerin olur.
Sözlerin pozitif olsun, çünkü sözlerin davranışların olur.
Davranışların pozitif olsun, çünkü davranşların alışkanlık olur.
Alışkanlıkların pozitif olsun, çünkü alışkanlıkların değerin olur.
Değerin pozitif olsun, çünkü değerin kaderin olur.
(Gandhi)

3 Ekim 2017 Salı

Bacon'dan... Sözcüklerin anlattığı anlayana...

Yalanlamak ve reddetmek için okuma.!
İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma.!
Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma.!
Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku.!
F.Bacon



Metodu olan topal , metotsuz koşandan daha çabuk ilerler. 

Francis Bacon

2 Ekim 2017 Pazartesi

'Batılılaşma'nın Asıl 'Anlamı'?

'Batılılaşma'nın Asıl 'Anlamı'?

Kimsenin aklına gelmiyor mu? 'Alafranga' (Alla Franca) ve 'Alaturka' (Alla Turca) kelimeleri, Cumhuriyet çocuklarına, Osmanlı'dan müdevverdir; yâni, hiçbir şeyi ifâde etmese de, sadece bu iki kelimenin mevcûdiyeti, Osmanlı toplumunda 'Batılılaşma'nın Mustafa Kemâl'den çok önce başlamış olduğunu kanıtlar. Hoppala, bu da nereden mi çıktı; Gâzi'nin 'Çağdaşlaşmak' tan (Muâsırlaşmak) anladığıyla; 40'lı yıllardan itibaren, tekrar döndüğümüz 'Batılılaşma'nın, aynı şey olmadığını anlatabilmek için, önce bunu bilmeye; bilmek de lâf mı, sinek pislemedik bir yere yazmaya mecburuz.

İki sebepten, çünkü;

1) 'Batılılaşmak', Batılı ülkelere benzemek, onları taklit etmek anlamına gelir ki; buna o zamanlar, bazıları 'medeniyet değiştirmek' de demişlerdi. Gerçekte bu tavır, 'egemenliğin' tam olması için Emperyalist Batı tarafından, üçüncü ülkelere ustaca dayatılmış bir 'kültürsüzleşme operasyonu'dur ki; 'ecnebi kültürü', 'misyoner okulları', 'ecnebi basını ve edebiyatı vs...' vasıtasıyla, üçüncü toplumların 'aydınlarına', adeta 'enjekte edilmiştir'.

2) ...buna mukâbil, Gâzi'nin ve Cumhuriyet'in gerçekleştirmeye çalıştığı 'kültür devrimi', 'çağdaşlığı' amaçlıyor; buysa, metod olarak, 'hayatta en hakiki mürşit ilimdir' vecizesini kabul etmiş; yâni, diyalektik olarak şu ya da bu mevcut medeniyete bağlanmayıp, 'çağdaşlık' fikrine ve idealine bağlanmıştır; hal böyle olunca, gerçekleştirilecek 'sentez'in taklit ve kozmopolit olmayacağı; tam tersine, ulusal ve özgün olacağı meydandadır. Cumhuriyet Türkiye'sinin talihsizliği, şuradadır ki, 1940'lı yıllardan başlayarak, operasyonunun yönü değiştirilerek: tekrar Osmanlı'nın 'kültürsüzleşmesi'ne dönülüyor. Ne garip, Gâzi'nin yazılmasına katkıda bulunduğu, ilk Cumhuriyet nesillerinin okuduğu tarih kitaplarının, tedrisattan kaldırılması da, bu manidâr tarihe rastlar: 1941.

Küçük bir mukâyese...

Durumu daha da netleştirmek amacıyla, hanidir adını anmadığım J. M. Albertini'nin, -hepimizin ezberlemesi gereken- o kısa metnini yayımlayacağım. 'Az Gelişmişliğin Mekanizması' (1974, May Yayınları) adlı eserinde, J. M. Albertini, 'Batılılaşma'dan söz ederken diyor ki:
'' ...(Batılı) sömürücü, yerli halkın metropoldeki halka benzemesi amacıyla, eski anlayış ve kuruluşlara yeni bir biçim vermeye çalışır; ama 'yerlileri' aşağı düzeyde tutarak, tam bir benzerlikten, kesinlikle kaçınır. Bu politika iki temel ırkçı düşünce üzerine kurulmuştur. Bu düşüncelere göre, hiçbir insan için, bir Avrupa'lıya benzemekten daha güzel bir şey olamayacağından ötürü; Afrika, Asya ve Lâtin Amerika halkına, 'Batı Uygarlığı' 'aktarılmalıdır'; ve hiçbir uygarlık, 'Batı Uygarlığı'ndan üstün değildir. Bu arada 'yerli'nin daima aşağılık bir varlık olduğuna ve hiçbir zaman düzelemeyeceğine inanılmaktadır...''
(a.g.e. s. 141)


Bu 'gerçeğin' Osmanlı'nın batırılması sürecinde, nasıl uygulandığını, merak mı ettiniz; o zaman, sâbık Balıkhane Nazırı Ali Riza Bey'in kaleme aldığı 'Bir Zamanlar, İstanbul'dan (Asıl adı: 'XIII. Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı', 1922) şu birkaç paragrafa bir göz atacaksınız:
''...Kırım Muhârebesi'nden sonra ve muhârebenin getirdiği yenilik Avrupalılar'la daha yakın temâsımız sonucu; Türk usûlü yaşamış olan halkımızın yiyecek, giyeceklerinde, evlerimizin düzeninde büyük değişiklikler doğurmuştu: Zamanın padişahından milletin fertlerine kadar herkes ziynete ve gösterişe düştü. Her çeşit süs eşyası dıştan oluk gibi akmaya başladı ve hele 1272 ve 1273 (1856/57) tarihlerinde yapılan saray düğünlerinde lüzumlu görülen ipekli kumaşlar ve dış ülkelerde yapılan eşyalar, doğrudan doğruya Avrupa fabrikalarına ısmarlanmaya başlandı. Bundan sonra yerli kumaşlar günden güne itibardan düştü. Binlerce liralık sermayedâra sahip olan memleketimiz genellikle sefâlet içinde kaldı; sanat ve ticaret hususunda İslâm ahali yüzde beş yüz zarara uğradı...''
(a.g.e. s. 28)


Hadise günümüzün Türkiye'sini çağrıştırıyor değil mi? Hele Niyazi Ahmet Bey'in eklediği, dipnotunu da okursanız:
''...saraya lâzım olan eşya, Tophane Müşiri Fethi Paşa'nın aracılığıyla, Fransız tebaasından meşhur Krenpler aracılığıyla Avrupa fabrikalarına ısmarlanırdı: Bu ısmarlama eşya dolayısıyla da Fethi Paşa'ya 'Bezirgân Paşa' adı verilmişti. (...) Bu devirde başlayan Avrupa eşyası hayranlığı, bütün hızıyla devam etti; Sultan Hamit, bütün giyim eşyasını -çocuklarınkine kadar- Paris Büyükelçisi Tahsin Paşa vasıtası ile Avrupa'dan getirtirdi; bunun milletçe çok zararını çektik...''
(a.g.e. s. 21, dipnotu)


Cumhuriyet'in talihsizliği...

Bu kadarı bile, sanırım Osmanlı'nın 'Garplılaşma'sı ile, Gâzi'nin 'Çağdaşlaşması' arasındaki uçurumu, açıkça gösteriyor. Hele Gâzi 'nin döneminde, ülkeyi saran 'Yerli Malı Kullanmak' tutkusunu hatırlarsanız!.. Cumhuriyet'in en büyük talihsizliği, yeni rejimin üst yapısını oluşturması gereken aydın kadroların, maalesef Osmanlı döneminde yetişmiş, dolayısıyla birer Tanzimat 'alafrangası' olmaları, 'inkılâbı' 'taklitçiliğe' dönüştürerek, bir güzel 'yozlaştırmaları' idi.

Hâlâ onun belâsını çekiyoruz; çünkü halk yığınlarının içerdiği -ve gerekince gösterdiği- tepki, 'çağdaşlaşmaya' değil, 'garplılaşmaya'dır; yani taklitçiliğe ve aslını inkâr etmeye! Öyle olmasaydı, Mustafa Kemâl'in her dediğini, harfiyyen yerine getirir miydi?

Bunu doğru dürüst, bir anlayabilsek!..
Attilâ İLHAN / Cumhuriyet 05.12.2003

1 Ekim 2017 Pazar

Atatürk'ten... Sözcüklerin anlattığı anlayana...

Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk- (1923)



“Bireyler düşünür olmadıkça, haklarını anlamış bulunmadıkça, yığınlar istenilen yöne, herkesçe iyi ya da kötü yönlere sürüklenebilirler. Kendini kurtarabilmek için her bireyin ülkenin alınyazısıyla kendisinin ilgilenmesi gerekir.”
(Arı İnan: Düşünceleriyle Atatürk; Türk Tarih Kurumu Yayınları 1983 syf: 195.)