23 Aralık 2018 Pazar

Jiddu Krishnamurti'den Özgürlük Barış Devrim üzerine...

Jiddu Krishnamurti özgürlük için , barış için der ki;

"Gerçek devrim içten gelir ve bu devrim kaçış yoluyla harekete geçmez. Ancak ilişkilerinizi, günlük faaliyetlerinizi, davranma biçiminizi, düşünme tarzınızı, konuşma üslubunuzu, eşinize, komşunuza ve çocuklarınıza karşı tutumlarınızı anladığınızda sözünü ettiğim devrim meydana gelir. Kendinizi anlamadan, ne yaparsanız yapın, ne kadar uzağa kaçarsanız kaçın, yalnızca daha fazla sefalete, daha fazla savaşa, daha fazla yıkıma neden olursunuz."


14 Aralık 2018 Cuma

Bir baktım: Babamın rüyasındayım! Nil Karaibrahimgil


Kitapta bu cümle gelince durdum. Kalakaldım. Kız, babasının rüyasını yaşadığını anladı.

Hayattaki bütün seçimlerini babası yapmıştı.
Onun giremediği okullara girmiş, onun koşamadığı maratonları koşmuş, onun yarım bıraktığı piyanoyu tamamlamıştı.
Fakat tuhaf bir şekilde, tekerleklerini rayda hissetmiyordu.
Kendi yolunda, virajlarında gitmiyordu.
Zaten bu yüzden de işler yolunda gitmiyordu.
Hayatı akmıyordu. Yelkenleri rüzgar almıyordu bir türlü.
Sonra birden, bir başkasının rüyasını gerçekleştirmekte olduğunu fark etti.
Başkasının rüyasını yaşıyordu. Şimdi böyle yazınca bilimkurgu filmi gibi ama gerçek.
Dünyada milyonlarca kişi, fark etmeden, bir başkasının rüyasında.
Kimi babasının, kimi annesinin, kimi karısının kocasının sevgilisinin büyük babasının, hatta bazen dostunun ya da düşmanının.
İşte bu yüzden bir parça yok gibi hayatlarında.
O parçanın yerine çeşitli dolgu malzemeleri konuyor sonradan.
Bir çocuk ilk başta koşmayı seviyor. Sadece koşmayı. Oraya ya da buraya fark etmez.
Saçlarındaki rüzgarı seviyor, hızlı gidebilmeyi.
Sonra birileri bana koş, ağaca koş, kim birinci demeye başlıyor ve affedersiniz ama içine ediyor güzelim koşmanın.
‘Karışmamak’ ne kadar zor. Yönlendirmemek. Şahitlik edebilmek ne kadar zor.
Durup gözlemlemek. Geçenlerde, uzun uzun marangozun ne yaptığını anlatıyordum onu merakla izleyen oğluma.
Sonra kendime sus dedim.
O gözleriyle okuyor şu an zaten, ben neden okuyorum ki olup biteni?
Sorarsa söylerim. Susmak da zor.
Kendi haline bırakmak, ‘kendiliğinden’e güvenmek ne zor. Bu kası çalıştırmamışız.
Bu güveni ne bir yavruya ne de bir yetişkine duymamışız.
İnsan başkasının rüyasında olduğunu anlayınca, kendi hayatında uyanabilir.
Silkeler üzerinden ona giydirilenleri.
Silkeler şöyle bir beklentileri. A, ne bu.
“Ben sizin hayallerinizin, beklentilerinizin başrolü müyüm, hayat sahne mi, gözlerinizdeki spot mu, alkışlarınızla mı yaşıyorum” diyebilir pekala.
Demek için uyanış gerek ama. Kızın dediği gibi, ‘ben babamın rüyasındaydım’ı fark edebilmek gerek.
İnsan büyürken rüyalar kataloğundan rüya beğeniyor kendine.
Herkes en nihayetinde rüyasını yaşamasa da, başucundaki komidinin içindeki kadife mücevher kutusunun içindeki buruşturulmuş kağıtta, yazıyor işte rüya.
Samanlı kağıda kurşun kalemle yazılmış olsa da.
Yazıyor bir şey. Ve insan onu, başucundaki komidinin içindeki kadife mücevher kutusunun içindeki buruşturulmuş kağıt gibi boş veriyor.
İşi gücü oluyor insanın. Çoluğu çocuğu. Bir sürü sorumluluğu. Filmlerde seyrediyor rüyalarını rafa kaldırmayanları.
Bence kimse hayallerini başkasına zerk etmemeli.
Özellikle çocuğun varsa, bunu başarmayı her gün kendine hatırlatmalısın.
Koşmayı kurallara bağlayan, marangoza alt yazı koyan, onu oraya buraya koşturup kendi gidemediğin sokaklara sürükleyen olmamak.
İşte bütün mesele bu.
Başkasının rüyasında yaşadığını fark eden de, uyanıp yüzünü yıkamalı.
Koşa koşa eve gidip, o samanlı kağıda kurşun kalemle yazdığı şeyi okumalı. Sonra da şunu hiç unutmamalı. Bugün yeni bir gün.
Ne mutlu kendi rüyasına uyananlara.

08/10/2018


10 Kasım 2018 Cumartesi

18 Ekim 2018 Perşembe

7 Eylül 2018 Cuma

Merdiven 40'a dayanır!.. - Sunay Akın

Merdiven bir kurtarıcıdır her şeyden önce. Öyle olmasaydı, üstlerinde merdiven taşıyan kırmızı renkli arabalara, trafikte geçiş önceliği tanınır mıydı? 

Harfler ile çıkarız sözcüklerin katına. Oradan da tümcelere... Bu yüzdendir ki, bir merdiven görünümündedir, "Harf" sözcüğünün ilk harfi. 

Bir oyun alanıdır merdiven. Efendim, basamakları geniş olanlar için bu düşüncemin doğru olduğunu mu söylüyorsunuz!?. Ama ben, basamaktan değil, tırabzandan söz etmek istiyorum. Tırabzan ki, kaydırağıdır, annelerinin oyun parkına götürmediği çocukların... Ve tahta bir merdiven kızak oluverir çocukların altında, karlı bir kış gününde.

Tırabzandan kayan çocuk neşe içinde gülümserken, yanından hızla geçtiği adam, üç-dört basamakta bir durmakta ve soluklanmaktadır. Ne de olsa çocuk, merdiven dayamamıştır yaşlılığa. 

Merdiven dayamak!.. Bir insanın yaşı sorulduğunda yanıt olarak kullanılır bu deyim: "Ellisine merdiven dayadım"... Yirmisine merdiven dayadım, denmez oysa. Ya da, otuzuna!.. 

Kırk!.. Evet, kırk yaştır, merdiven dayamak deyiminin kullanıldığı alt sınır. Türkçe deyimlerin güzelliğine borçlu olduğumuz şiirlerden biri de, Ahmet Haşim'in "Merdiven" adlı şiiridir: 

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden 
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak 
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak 

Son basamağında ölüme çıkılan tek merdiven idam sehpasınınkidir. Amerika'nın Leavenworth hapishanesindeki bir mahkum, kaldığı tek kişilik hücrenin penceresinden kendisi için kurulan idam sehpasının yapılışını seyreder. Marangozun birkaç basamaklı merdivenin tırabzanını büyük bir itinayla zımparaladığını görünce de sorar: "Bunu neden yapıyorsun?" Marangoz alaycı bir şekilde gülümser: "Eline kıymık batmasın diye"... Annesinin çabası sonucu cumhurbaşkanı tarafından affedilen mahkumun adı Robert Stroud'dur. Ama siz onu "Alcatraz Kuşçusu" olarak tanırsınız. 

Merdivenli sokakları olan kentleri severim. Çocukluğum Trabzon'un "Merdivenli Sokağı" nda geçti ne de olsa. Ne de güzel sokak adları var İstanbul'un: Merdiven Sokağı, Merdiven Yokuşu, Merdivenli Bayır, Merdivenli Çeşme, Merdivenli Hamam Çıkmazı... Kocaman bir kasabaya dönüşen İstanbul'un "Merdivenköy"ü bile vardır. 

Ama, eski İstanbul kartpostallarında gördüğümüz Yüksekkaldırım'ın basamakları, dar bir şerit halinde, otomobillere açılan yolun iki yanına sıkışıp kalmıştır... Rıfat Ilgaz, çantası dolu olarak Yüksekkaldırım'ı çıkan postacı İlhami Efendi'yi anlatır "Bu Merdivenlerden" adlı şiirinde: 

Bir düşün, ne demiş Haşim Amcan, 
Vermiş de tatar böreğini gövdeye, 
Ağır ağır çıkacaksın demiş, bu merdivenlerden, 
Böyle soluk soluğa değil! 

Rıfat Hoca'nın, dizelerinde Ahmet Haşim'i alaya aldığı şiirinin yanı sıra, İrlandalı yazar Bernard Shaw'un da, Hollywood filmlerini eleştirirken merdiven kullandığı görülür: "Hollywood'da bir filmin yüzde doksan beşi, merdivenlere tırmanıp inmekten ya da arabalara girip çıkmaktan oluşuyor. Oyunlarım, onların çok ilgi duyduğu merdivenlerde geçmiyor. Böyle olunca da, sinema sanatından anlamadığım söyleniyor." 

Merdiven çıkarken bir başkasının önüne geçmek uğursuzluktur. Merdiven altından geçmeye kalkışmak da öyle!.. Bunun nedeni, merdivenlerin Tanrılara uzanan yollar olduğu inancıdır. Bu inançlar günümüzde varlıklarını sürdürseler de, basamakların tahtadan yapılması inancı terk edilmiştir. Demirden basamak yapılmaz. Tanrılar, yeraltından maden çalan insanlara kızabilir ne de olsa!.. "Maazallah" deyip, kulağımızı çekerek tahtaya vurmalı üç kere. 

Ne asansör, ne de "yürüyen"lileri pabucunu dama atabilmiştir merdivenin!.. Daha doğrusu atmıştır da, o kendisini duvara dayayıp çıkıp almıştır her seferinde. Merdiven, güvenilir dostlarından biridir insanlığın.

Başımızın sıkıştığı anda yardımımıza koşar merdiven. Unutmayın, binalarda "Yangın Asansörü" değil, "Yangın Merdiveni" vardır!..

30/04/2006 tarihli Sabah Gazetesi'ndeki yazısından...

5 Eylül 2018 Çarşamba

14 Ağustos 2018 Salı

ŞEF

Çetin Altan'dan alıntıdır...

Biliyor musunuz erkeklik organına Almanlar kibarca ne dermiş ?
Perde...  Çünkü oyun bittiğinde inermiş.
Ya İngilizler ? Centilmen... Kadınları görünce ayağa kalktığı için.
Fransızlar da Şarkı diyorlarmış. Ağızdan ağıza dolaştığı için...
İranlılara göre kibarcası , Kalleş... Hep arkadan saldırdığından ötürü...
Eskiden Ruslar da Partizan diyorlarmış. Ne zaman sertleşeceği belli olmadığı için...
Listede Türklerin bulunmaması yüreğime dokundu. Onu da ben ekledim.
Türklere de sormuşlar, "Erkek organına kibarca ne derler sizde?"
Şef...
Hepimizi o yönettiği için...

23 Nisan 2018 Pazartesi

23 NİSAN HİKAYESİNİ ANLAYARAK KUTLAMA

Aşağıdaki hikayeyi okumadan sadece sıradan bir günmüş gibi kutlamaya çalışır bir süre sonra unutur. Ülkemin her anı her günü çok önemli değerler barındırıyor.
Kurtuluş Savaşı’nda sayısız şehit çocuğu öksüz ve yetim kalmıştı. Bu kutsal emanetlere sahip çıkabilmek için, bizzat Mustafa Kemal’in himayesinde 1921’de Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu.
*
23 Nisan henüz “hakimiyeti milliye” bayramıydı. Çocuk bayramı değildi.
*
23 Nisan 1923’te TBMM’de yapılan Hakimiyeti Milliye Bayramı töreninde, Mustafa Kemal’in isteğiyle, Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı’na protokolde yer verildi.
*
Bir sene sonra, 23 Nisan 1924 törenlerinde Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni Mustafa Kemal’in eşi Latife hanım temsil etti.
*
23 Nisanlar cemiyetin tanıtımı için fırsat olarak değerlendiriliyordu. Mesela… Gelir elde etmek için rozet satılıyordu, 23 Nisan törenlerine katılan herkes bu rozetleri takıyordu. gazeteler teşvik edici yayınlar yapıyordu, her rozet, bir şehit çocuğuna destek manasına geliyordu.
*
23 Nisanlar, Himaye-i Etfal’le özdeşleşmişti. 23 Nisan denilince şehit çocukları, şehit çocukları denilince 23 Nisan akla geliyordu.
*
Milliyet gazetesi 23 Nisan 1926’da “Çocuk Bayramı” manşeti attı. Alt başlığında “bugün istiklal günü, vatanın kimsesiz çocuklarına yardım edelim” deniliyordu. Bağış patlaması oldu. Cemiyet, yardım kutuları koydu, para atmak için kuyruk oluştu. Ankara’nın lokantacı, kahveci, otomobilci esnafı 23 Nisan hasılatlarını Himaye-i Etfal’e verdi.
*
23 Nisan 1927… Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin yayınladığı bildiri gazetelerin manşetlerindeydi: “Büyük Gazimiz, çocuklarımızın 23 Nisan bayramını daha sevinçli geçirmelerine vesile olacak büyük bir jestte bulunmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa, otomobillerinden birini, törenlerde çocuklara tahsis etmiş, Cumhurbaşkanlığı bandosunun çocuk bayramı için görev yapmasını sağlamıştır. Çocuklarımız ne kadar övünse ve sevinse yeridir.”
*
Himaye-i Etfal aynı zamanda şu çağrıyı çıkarıldı, “çocuk haftası” ilan edildi. Etkinlikler çığ gibi büyümüş, tüm yurda yayılmıştı. Himaye-i Etfal’in bu organizasyonu tek başına yapabilmesi artık mümkün değildi. Balolar, konferanslar, anne eğitimleri, müsamereler, yarışmalar, şenlikler içeren kapsamlı kutlamaların organizasyonu, dönemin en büyük sivil
olarak kitap, elbise, çamaşır, oyuncak, süt, yemek ve şeker dağıtır hale gelmişti.
*
Himaye-i Etfal sayesinde herkes gücü ölçüsünde amca, teyze, dayı, hala olmuş, şehit çocuklarının elinden tutmuştu. Mustafa Kemal vizyonuyla “dünyanın en büyük ailesi”kurulmuştu.
*
23 Nisan Çocuk Bayramı’nın varlık sebebi şehit çocuklarıdır.
*
23 Nisan, kendi çocuğumuzu şefkatle bağrımıza basarken, şehit çocuklarını unutmayalım günüdür. 23 Nisan, bizim çocuklarımızın saçının teline zarar gelmesin diye, kendi canını hiçe sayan kahramanları unutmayalım günüdür.
*
23 Nisan, bu milletin şehitlerine ve çocuklarına borcudur.
*
Şehit çocuklarını himaye etmek için kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, 1935’te Çocuk Esirgeme Kurumu’na dönüştü. 
 
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayram'ınızı saygı ve minnetle kutluyorum.
 
Kaynak: Turusan Bağcı