31 Mayıs 2020 Pazar

Gazi Kovan



Mart 1921 İnönü Ovası, insanın iflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş’un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu. Ethem Çavuş, 75 mm’ lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu.
Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı. Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuş’a istirahat verdi. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.
Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4.Alay 2.Tabur 8.Batarya 26 Rebiyülahir 1339 İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara’daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi.
Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının "kalem" dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı. "Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339 İnönü"
Beş gün sonra Ankara’da Atölyenin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi: ( Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı.) "Kâmil Usta! Müjdemi İsterim! Senin yavru cepheden dönmüş!". Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuş’un notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır duaları ediyorlardı. Ustalar, iş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuş’un kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" deyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi" dedi. Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Usta’nın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuş’un başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.
Eylül 1922  Ankara - Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı. Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, İstiklâl Savaşı’nın her zorlu durağından Ankara’ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. Türk ordusunun İzmir’e girdiği gün Ankara’da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta; "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2.Tabur 8.Batarya 12 Muharrem 1341 Banaz" yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular;
‘‘Bismillahirrahmanirrahim.

Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah’a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir’e, kalplerimizdeki imanımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz’daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar’ı ele geçirdiğimizde, Seyfi Çavuş`un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu. Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum. Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talat 4.Alay 2. Tabur 8. Batarya
14 Muharrem 1341 Salihli’’
Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup âmin dediler.
Kamil Usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti.
  Ocak 1923 Ankara - Savaşın bitmesinin ardından Ankara’daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil Usta’nın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının belki de yıllarca sandıkların İçinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı.
29 Ekim 1923 Ankara - Teğmen Hamdi Vasıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Yarım saat önce 20.30 sıralarında Meclisten, Cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla Cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş’un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat’ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi:
"Hamdi Vasıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım" Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu. “Evet teğmenim. Sizi dinliyorum" Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı:
"Yüz birinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim."

Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99... On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık komutanım" deyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara’nın her duvarından yankılanıp dört yıllık İstiklâl Savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile.




30 Mayıs 2020 Cumartesi

Sivil Örümceğin Ağında: Project Democracy

Project Democracy
21 Adım’da Bir Ülke Demokratikleştiriliyor diye Nasıl Bölünür? Sömürgeleştirilir?

Kaynak: Sivil Örümceğin Ağında: Project Democracy, M. YILDIRIM, Toplumsal Dönüşüm Yayınları,  İstanbul 2004

1.        İktisadi ortamı denetleme: Borç ekonomisinde dalgalanmalar yaratmak üzere, para piyasalarının dışardan gelen uluslar arası vurkaç tefecilerine sonuna dek açılması.
2.        Ulusal bunalımlar yaratılması: Ülkede sık sık iktisadi dalgalanma yaratılarak bunalım aralarının azaltılması. Ulusal devlet merkezinin elindeki en önemli güç olan para kaynaklarının, bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması, yabancı şirket egemenliğine geçirilmesi.
3.        Merkez devlete güvensizlik yaratma: Kritik dönemlerde iktisadi bunalım yaratılmasıyla umutsuzluğa düşürülen yerel sanayicilerle ve üreticilerle konferans, sempozyum adı altında doğrudan ilişkiye geçilerek, devlet merkezine karşı güvensizlik aşılanması.
4.        İşadamlarını örgütleme: Yerel işadamı örgütlerinin ve ilişki bürolarının kurulması; başına buyruk, devlet denetiminden giderek uzaklaşan “serbest ekonomi” ve “serbest pazar” düzeninin kabul ettirilmesi.
5.        Yolsuzluk kampanyaları: “Yerinden yönetim” taleplerini yükselterek, devletin egemenliğinin zayıflatılması, yolsuzluk olaylarını abartarak topluma aşağılık duygusunun yerleştirilmesi, halkın çaresizliğe itilmesi.
6.        Belediye hizmetlerinin yabancı şirketlere devredilmesi: Yerel yönetimi güçlendirme adı altında, toplumsal hizmetlerin “karlılık” esasına oturan şirketlere devredilmesi, su-elektrik gibi kentsel işletmelerin yabancı şirketlere devredilmesi için gerekli düşünsel alt yapının oluşturulması.
7.        Ulusal sanayinin yıkımı: Ulusal iktisadın çökertilmesi için, ulusal sanayileşmenin ve enerji kaynaklarının yıkıma uğratılması için toplum ile devlet arasında çatışmayı da içerecek biçimde çevreci akımların, örgütlerin desteklenmesi ve ulusal madenciliğin, doğal yakıt üretim kaynakları işletmeciliğinin ulusal egemenlik alanının dışına çıkarılması.
8.        Kamuoyu oluşturucuları -bizdeki adlandırmalarıyla, aydınlara, yazarlara,  bilim adamlarına-  yönelik içerde ve dışarıda, masrafları karşılayarak, konferanslara çekmek. Katılımcılarla doğrudan ilişki içinde, ilgili ülke hakkında bilgi almak ve “düşünce” ve “örgütlenme” özgürlüğü başlığı altında yeniden yapılanma düşüncesini benimsetmektir.
9.        Alt örgütler yoksa, hemen Helsinki Nihai Senedi kapsamında Helsinki Yurttaşlar ve Ortak Zemin Merkezleri örgütlemek ve koşullar olgunlaştıkça, uzaktan yönlendirilebilecek bir ilişkiler ağı altında insan hakları dernekleri ve benzeri örgütlenmelerin kurulması.
10.    Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması. Yerel vakıf ve “think tank” derneklerinin kurulması.
11.    İşadamları derneklerinin, sendikaların kurulması, varolanların içine bilim danışmanlarıyla sızılması. Siyasi partilere eğitim programlarıyla, particilik dersleriyle yaklaşarak kadroların yönlendirilmesi, gençliğin “düşünce özgürlüğü” ve “siyasi katılımcılık” propagandasıyla örgütlenmesi.
12.    Yeni propaganda aygıtlarının (radyo, gazete, dergi, televizyon, video yayını) devreye sokulması. Bilimsel ve magazinsel içerikli, insan hakları ilkeleri üstüne sürdürülen yayınların yoğunlaştırılması. İnsan hakları ihlallerinin yaratılmasıyla sürecin hızlandırılması.
13.    Casuslar yerine yayın muhabirleriyle yerinden bilgi elde etmek için yaygın bir  yayıncı eğitim programının gerçekleştirilmesi.
14.    Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarının azaltılması, buna karşılık medya muhabir ağıyla açık ve yaygın istihbarat toplanması, olanaklıysa Amerikan televizyonlarının yerli şubeleriyle yayına geçilmesi, eksik-yanlış bilgilendirmeyle kitlelerin yönlendirilmesi, eğitim-konferans-gezi düzenleyerek yerel medya ile kalıcı bağlar oluşturulması.
15.    Yanlış ve eksik bilgilendirme: Kitlelerin akıl denetimlerini ele geçirmek üzere yoğun propaganda ve yanlış bilgilendirmeyle tarihsel devlet kurumlarının ve etnik sürtüşmeleri önleyen geleneksel kurumların yıpratılması, toplumsal kimliği karıştırmak için tarihsel ve toplumsal gelişim gerçeklerini tahrif ederek, yeni kimlikli topluluklar yaratılması.
16.    Etnik kışkırtıcılık: Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür anımsatma programlarına başlanarak yerel toplantılardan uluslar arası toplantılara adam taşınması, ulusal-bölgesel tarihin bütünleştirici özelliklerinin azımsanılarak, yerel tarih, yerel kültür araştırması adı altında en eskiye özlem yaratılması.
17.    Kültürel kaynaşmanın yıkımı: “Çok kültürlülük” propagandasıyla toplumsal ortak kültürün temellerinin yıkılması. Uluslararası karşı kampanyalar ile ulusal kurtuluşun simgesi olan anma günlerini ve toplumun tarihten kalma bağımsızlık ve onur simgesi özelliklerini sözde dostluk adına silikleştirerek güdülebilir bir topluluğa dönüştürmek. Din kültürünün parçalanması, geleneksel akışın kesilmesi ve ulusal dayanışmayı pekiştirici etkisinin yok edilmesi için, “medeniyetler/dinler arası diyalog” programıyla, Batı’nın dinsel kurumlarının güdümünde eritilmesi. Böylece azınlık din kurumlarıyla, ulusal egemenliğin karşısında ortak, dinsel cephe oluşturulması
18.    İnanmış örgüt liderlerinin yetiştirilmesi: Liderlik programlarıyla, güdümlü yeni dünya düzenine tapınan ultra-liberal önderlerin üretilmesi ve yeni partiler kurulması, varolanlara yeni liderler yerleştirilmesi; parti programlarının rejimle hesaplaşmaya yönelik, birer kışkırtma programına dönüştürülmesi.
19.    Silahlı gücün zayıflatılması: İktisadi bunalımı bahane ederek, toprak bütünlüğünü koruma aracı ulusal ordunun, silah donanımlarında, komuta kontrol ve iletişim sistemlerinde yenilenme alımlarının kısıtlanarak, zayıflatılması ve ulusal sınırların gevşetilmesi.
20.    Orduları ulusal savunma kimliğinden koparma: Güvenlik güçlerinin ulusal yapıların korunmasına yönelik müdahalelerini önlemek için, profesyonelleştirmek. Devlet egemenliğine sahip çıkmaya çalışan orduları geriletmek için, kışkırtmalara başvurularak, ordu yönetimlerinin günlük siyasete çekilmesi, ordu içinde politik tartışma, ordu ile halk arasında cepheleşme yaratılması.
21.    Devlet yönetiminin kargaşayla ele geçirilmesi: Seçim darbesiyle egemen devletin ele geçirilmesi. Merkezi direniş olursa, yaygın ve sürekli kitle gösterileri düzenlenmesi. Bu sürecin hızlandırılması için halkı ikna edici etnik çatışmaların düzenlenmesi, ölümle sonuçlanan kışkırtmalarla etnik yada mezhepsel kimliklerin kemikleştirilmesi.

…”Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan bu tür devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü, kirli işlerle becerilemez ve ilgili ülkelerin insanlarının onayı alınmadan gerçekleştirilemezdi. Bu nedenlerle, “hür dünya” işlerinden, “insan hakları” ve “din hürriyeti” bekçiliğine evirilen operasyon ile ABD’nin uygun göreceği türden demokrasiler kurulmalıydı.
Demokrasi ihracını konu edinen bu incelemenin amacı, adı “Project Democracy” olarak Reagan tarafından konulan ve 1980’lerin başından bu yana 92 ülkede uygulanan ve yeni-mandacıların işbirliğiyle örülen AĞ’da, yani “örümcek ağı” içinde çırpınmakta olan Türkiye’de olan bitene az da olsa ışık tutmakta ve toplumsal-siyasal yaşamın yabancılar tarafından ele geçirilişini bir parça olsun sergilemektedir.”…
…“Yabancı bir devletin, bir ülkenin içinde örgütler kurmasının, eski örgütleri, sendikaları, odaları yönlendirmesinin, onlardan raporlar almasının, bu raporlara göre o ülkeye yön vermesinin bir tek anlamı olabilir. O da, ülkede varolan devlete paralel, merkezi dışarıda bir yönetim oluşturmak. Bunun tek sonucu da operasyon nesnesi olan devletin egemenliğinin örtülü olarak yok edilmesidir.”
…”İçine sızılan devletin bürokratlarının da yardımıyla, yaygın bir “medyatik” ve “entelektüel” yedek güç operasyonuyla, Amerikalıların “manifacturing public perception” dedikleri ‘kamuoyunun algılama dizgesini üretme’ sürecinde, aşamalar bir bir geçiliyor. ‘Algılama dizgesi üretimi’ sonucunda, o ülke insanları, aslında kendilerine benimsetilmiş olan düşünceleri, ya da eylem planlarını, bizzat kendi kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp, eyleme geçiyorlar.”
…”Ülke yasalarının ve anayasalarının çok etnikli, federatif bir yapı oluşturacak biçimde yeniden düzenlenmesi, operasyonun temel aşamaları arasında, küçük yada büyük, kanlı yada kansız olaylarla testler yapılarak, oluşumun düzeyi ölçülerek hız ayarlanması ve küçük program değişikliklerinin gerçekleştirilmesi asıldır…”
…”Aşamalar birer birer geçilirken, ülke dışında da paralel süreç yürütülür. Çok kültürlülük propagandasıyla etnik ayrıştırma ve çatışma sürecinin güçlendirilmesi için, insan hakları raporları giderek etnik azınlık hakları raporlarına dönüştürülür. Avrupa ve Amerika’da etnik ve dinsel ayrılıkçı “diaspora”ya parasal ve siyasal destek verilir. Küllenmiş tarihsel çatışmalar, acılar yeniden ateşlenir. Ülkede özgüveni sarsılmış halkın, gün geçtikçe yabancı kültürüne, yabancı düzenine özenme eğilimleri kışkırtılır.”
…”Yıllardır barış içinde yaşayan toplumlar inanılmaz bir hızla önce ayrışır, sonra da çatışır. Sonuç, ekonomisi yabancıların eline geçmiş, zayıflamış merkezi egemenliğiyle dış politikada bağımsız karar verebilme yetkinliğini yitirmiş, yabancıların dayattığı kararlara mahkum olmuş bir devlet ve tarihsel-kültürel kimliğini yitirmiş Batı’nın alt dereceli bir hizmetkarına dönüşmüş bir halk topluluğu…”
”Her ülkede olduğu gibi, şirketler için esas olan devlet politikalarına ve kararlarına yön vermektir. Yön verilecek olan devlet yönetimi ve yasama organları olunca, yönlendirici elemanların niteliği de önem kazanıyor. Bu nedenle elemanların büyük çoğunluğu, devlet deneyimine sahip eski ve yeni görevlilerden seçiliyor. İkinci eleman kaynağı ise, yine devlet organlarıyla içli dışlı olmuş akademisyenleri barındıran üniversitelerdir…”
“..dış ülkelerde izlenecek ABD çıkarlarına uygun ayarlama işlerine denk düşen araştırma, inceleme, değerlendirme çalışmalarını gerçekleştirecek olan dernek, vakıf, enstitü adı altında kurulan, eski memurları, akademisyenleri, şirketlerin seçkin yöneticilerini bir araya getiren örgütlenmeler “think tank” ( düşünce topluluğu ) adı altında toplanıyorlar. Bu sivil örgütlerin ( diğer adı ile  NGO ) Amerika’daki merkezlerinde, emekli dışişleri ve istihbarat elemanları, Amerika’ya yerleşmiş üçüncü dünya elemanları, operasyonlarda dünya deneyimli CIA eski istasyon şefleri ve akademisyenler görev alıyor.
“Think tank” örgütlerinin en önemli yararı, ABD yönetimini sorumluluktan kurtarmalarıdır. ABD resmi organlarının başka ülkelerde araştırma ve incelemeler yapması, o ülkelerce, şimdilerde pek kullanılmayan eski deyimle “casusluk” etkinliği olarak değerlendirilebilir ve devletler arası anlaşmazlıklara neden olabilir. Teslim edilen raporlar, ABD resmi belgeleri olarak ele alınıp, casusluk suçlamalarına yol açabilir”
“Project Democracy” adı altında sürdürülen bu operasyon için CIA eski Direktörü William Colby: “CIA’nın örtülü olarak yaptıklarını açıktan yapıyoruz.” demiştir.
“Türkiye’deki sivil toplum kuruluşu ,think tank, enstitü veya vakıf adı verilen dernek, yani genel adıyla örgüt, Türkiye’de gerçekleştireceği araştırma, çalışma veya proje için bu iş yada bu işleri bitirince bir rapor, bir kitap, radyo yayını, televizyon belgeseli, hatta roman hazırlayıp, size sunacağım; şu tür bir ekiple çalışacağım ve paraları şöyle harcayacağım. Bu işler için, sizden şu denli dolar/sterlin/euro istiyorum diyerek, başvuru özet-raporu hazırladığında, bu ön rapor ABD’nin Dışişleri Bakanlığı’na, hem de siyasi işler bölümüne verilmektedir. İşin bir başka yönü daha yakıcı olabilir. Para verilmeden önce, ABD Dışişleri’ne ön rapor sunulmasının öteki yüzünde, ABD Dışişlerinin yada ABD NSC (National Security Committee/Milli Güvenlik Kurulu) ‘nin isteği doğrultusunda “project” hazırlanması olasılığıdır.
NED (National Endowment for Democracy/Demokrasi için Ulusal Fon)’e bağlı olan bu örgütler Türkiye’de yürütecekleri projeler için paraları da NED’ten almaktadırlar. Aslında para kaynağı doğrudan ABD hazinesi, yani devlettir. NED ise paranın kasasıdır. NED ile ABD Dışişleri Bakanlığı, şu konularda anlaşmışlardır:
a)      NED herhangi bir “project” işine girişip para vermeden önce ABD Dışişleri’ne bilgi verecektir.
b)      NED yönetim kurulu’nun onayına sunulan tüm “project” önerilerinin bir kopyası, ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Yardımcılığı’na verilecektir.
Yüzlerce bağıştan birkaç örnek: (1988’ten bugüne diğer bağışlar için 56-69 arası sayfalar)
1991- Parayı veren: NED / Bağış alıcı: CIPE (Centre International Private Enterprise) / Alt bağış alıcı: Türk Demokrasi Vakfı (TDV) / Konu: İş ve Ekonomi / miktar: 80.000 $ / TDV’nin, Türkiye’de özelleştirme için 18 aylık programı desteklenecek.
1997- Parayı veren: NED / Bağış alıcı: CIPE / Alt bağış alıcı: Liberal Düşünce Topluluğu (LDT) / Konu: İş ve Ekonomi / miktar: 61.710 $ / Serbest piyasa ekonomisinin İslam diniyle bağdaştığı anlatılacak.
- Bu sivil toplum örgütlerinin ne kadar sivil olduğunun yorumu size kalıyor.
                “…Kendi ülkelerinin iç düzenine muhalif olan gruplar, ABD gibi bir kurtarıcı bulmuş olmaktan mutlu olduklarından, yaşadıkları ülkelerini bu sivil örgüt adı altındaki Amerikan misyonerlerine / istihbaratçılarına ihbar etme fırsatını kaçırmamalarının yanında, dünya egemeni olarak gördükleri ABD devlet aygıtı tarafından desteklenmekten de son derece hoşnut kaldılar.”
…”Dünyada yerleştirilmek istenen yeni düzenin, demokratik bir düzen olacağı sonucuna varılabilir!? Bu düzen içinde dünyanın tüm ülkelerinde devletler merkezi otoritelerini yitireceklerdir. Olabildiğince etnik ayrıma uğramış küçük eyaletlere ayrılmış ülkelerde (not:dünyada 1000 adet ülke olması öngörülmektedir, şuan sayı 200 civarı, 1980’lerdeki sayı 182 adet) tarihsel partiler eriyecek, vakıflardan, düşünce topluluklarından, ticaret odalarından, insan hakları denetim örgütlerinden oluşan bir siyasal yapı oluşacaktır. Bu oluşumlar, doğrudan doğruya ABD’nin siyasal partilerine bağlı enstitülere, konseylere, ABD şirket vakıflarına bağlanacaktır. Ülkelerdeki eğitim kurumları da vakıflaşacak ve ABD akademik dünyasıyla organik bağlar kuracaktır.
Merkezi otoritesini yitirmiş, salt denetleyici kurullara dönüşmüş devlet örgütlerinin yanı sıra ordular da ulusallığını yitirmiş devletlerin savunma gücü olmaktan çıkacak ve ortak güvenlik güçlerine katılacaklardır. Herhangi bir bölgesel başkaldırıya (bu bağımsızlık uğruna bir başkaldırı da olabilir) karşı anında silahlı müdahelede bulunulması…”
Bu son derece ileri projeye engel olabilecek en önemli kurumlardan biri de dinsel kurumlardır. Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dinsel çatışmaların önlenmesi için ‘dinlerarası diyalog’un geliştirilmesiyle birlikte kurumsal yapının  da oluşturulması gerekir. En yaygın ve güçlü dinsel kurumlardan başlayarak, tüm dinlere bir yeni merkezi eşgüdüm gereklidir. Eşgüdümün merkezi elbette Washington’da bulunacaktır. Öncelikle Amerikalılardan oluşturulan bu kurumsal yapı, IRFC (International Religious Freedom Committee / Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi)’dir. Bu komitede belli başlı dinlerin ve mezheplerin temsilcileri bulunmaktadır.

Kasım 1996’da, ABD’nin devlet sekreteri Warren Christopher, “Din ve inanç hürriyetini yaygınlaştırmanın Birleşik Devletler’in çıkarlarının arttırılmasını sağlayacağı” gerekçesiyle ACRFA (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad / Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) ‘yi oluşturdu.
Bu yeni kurumlaşmanın gerekçesi olarak “ABD’nin kuruluşunun temelinde dinsel kurumların bulunduğunu ve Birleşik Devletlerin dünyada din hürriyetini gözetleyerek yaptırımlarda bulunma hakkı olduğu belirtildi.
23 Ocak 1998’de, “Din ve inanç hürriyetinin yayılmasının ABD dış politikasında birincil önceliğe sahip olmasını,” Dışişleri bakanlığı bünyesinde bir “Uluslararası  Din Hürriyeti Bürosu” kurulmasını sağlayacak yasa taslağı hazırlandı.
Aynı yıl Ulusal Kongre’de çıkarılan yasa:
“Din hürriyetinin yaygınlaştırılması ve (bu hürriyetin) baskı altında tutulmasına karşı çıkma görevi temel (olarak) Amerikan değerleri içindedir ve Birleşik Devletler’in (politikalarına) uygun, önemli ve gerekli bir dış politika hedefidir. Birleşik Devletler, evrensel insan haklarına bağlı bir dünya lideri olarak ve değişik dinsel nüfusa sahip bir ülke olduğundan, dinlerin tamamıyla ilgili haklardan (da) sorumludur.”

“Dinsel özgürlük taahhüdümüz Amerikan ideallerinin ifade edilmesinin de üstündedir ve dünyadaki gücümüzün temel kaynağıdır.”
Madeleine Korbel Albright, ABD Dışişleri Bakanı

Kaynak: Sivil Örümceğin Ağında: Project Democracy, M. YILDIRIM, Toplumsal Dönüşüm Yayınları,  İstanbul 2004, 597 sf.
* Buraya alınan bilgiler kitapta yazılanların sınırlı bir kısmıdır. Kitabın kapsamı ve konuları  çok daha geniş ve detaylıdır.


26 Mayıs 2020 Salı

Sözcüklerin Anlattığı... Anlayana...

"Hayat üçbuçukla dört arasındadır..
Ya üçbuçuk atarsın ,
ya da dört dörtlük yaşarsın ..."
(NEYZEN TEVFİK)



Telafi edemeyeceğiniz 4 durum vardır…
(1) TAŞ…. Atıldıktan sonra !
(2) SÖZ…. Ağızdan çıktıktan sonra !
(3) FIRSAT…. Kaçtıktan sonra !
(4) ZAMAN…. Geçtikten sonra !


HERŞEYIN KIYMETINI ELINDEYKEN YANINDAYKEN BIL KI
SAPASAGLAM TUTKİ SEN YORULDUGUNDA O SENI BIRAKMASIN
ELINDEN KAYDIGINDA BELKİDE ÇOK ÜZÜLÜRSÜN
AMA İŞ İŞTEN GEÇMİŞ OLUR.



Gençliğine güvenip erken derken belki de

ELVEDA bile diyemezsin giderken !


Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niye bugün başlamıyorsun?

Epiktetos


'İnsanların Çoğu Sevmekten Korkuyor, Kaybetmekten Korktuğu İçin.
Düşünmekten Korkuyor, Sorumluluk Getireceği İçin.
Konuşmaktan Korkuyor, Eleştirilmekten Korktuğu İçin.
Yaşlanmaktan Korkuyor , Gençliğin Kıymetini Bilmediği İçin.
Unutulmaktan Korkuyor, Dünyaya İyi Bir Şey Vermediği İçin.
Ve Ölmekten Korkuyor, Aslında Yaşamayı Bilmediği İçin.'
Shakespeare


"akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine
deli ol, dünya senin kahrını çeksin"
(İSİS)

"Düşmanlarınızı sevin çünkü kusurlarınızı yalnızca onlar açıkça söyleyebilir."
(B.FRANKLIN)


"Kendine bir anlam arayan tek varlık insandır."

(Andre Tardieu)


"Sevgi birliğe, bencillik yalnızlığa götürür."

(Daniel Defoe)

"Erişmek istedikleri bir hedefi olmayanlar, çalışmaktan da zevk almazlar."

(Montesquieu)


"Ulaşılan her hedef yeni bir yolun, yeni bir hedefin başlangıcı demektir. 
Siz yeter ki isteyin ve başaracağınıza inanın. 
İsterseniz otuzbeş yaşında kanser tanısı konmuşken, hem ölüme çelme takabilir, 
hem de dünya şampiyonu bile olabilirsiniz!"
(Mike Mitchell - İskoçyalı sinema oyuncusu - İskoçya vücut şampiyonu - dünya şampiyonu)


“Demokrasi, çoğunluğun kanunu değil, azınlığın korunağıdır.”
ALBERT CAMUS