12 Aralık 2011 Pazartesi

Hayat der ki....


Hayat der ki ;
Sevdiğin insanda arayacağın ilk şey iyi niyet olmalıdır O yoksa başka özelliklerinin anlamı kalmayacaktır...

Hayat der ki ;
Dost dediğin sadece kötü gününde yanında olan değildir aynı zamanda sevincine de en az senin kadar sevinebilendir...

Hayat der ki ;
Başarmak için sıradan olandan ayrılmak zorundasın. Bırak insanların karsı duruşunu doğru bildiğine sarıl ısrarla...

Hayat der ki ;
Daha önce görmedğin biriyle karşılaştığında ilk dakikalara dikkat et O insanın pozitif yada negatif enerji veren biri olduğunu anlayacaksın...

Hayat der ki ;
Yaptığın seçimlerden dolayı başın derde girerse eğer ilk suçlaman gereken kişi sensin Sızlanmak ve başkalarını suçlamak yerine hatanı bulmaya calış...

Hayat der ki;
Bir yıkımla karşılaştığında yas tutma O yıkımına yap et öğretmenin haline getir...

Hayat der ki ;
Hedeflerin konusunda kararlı ol Engelleri düşünme Ya bir yol bul ya bir yol aç...

Hayat der ki ;
Kendini saygın bir birey haline getir Aksi taktirde boşuna beklersin başkalarının sana saygı duymasını...

Hayat der ki ;
Başına bir şey geldiğinde neden başkalarının değil de benim başıma geldi bu iş diye sızlanma durduğun yere bak...

10 Aralık 2011 Cumartesi

Usta ve Çırak


Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına " Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?" demiş.
" Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma" diye ilave etmiş. Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş.

Öğrenci resmi yeniden yapmış.Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş. Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş.
Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş:
"İlkinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
İkincisinde, onlardan müspet,yapıcı,olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi."

• Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
• Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.
• Asla bilmeyenle tartışma

6 Aralık 2011 Salı

Sadece Türkler'in yaptığı davranışlar..


Sadece Türkler'in yaptığı davranışlar..(Hepsine ''Bende yaptım” diyeceksiniz:)
HER TÜRKÜN EVİNİN BUZDOLABINDA YUMURTALIK BÖLÜMÜNDE MUTLAKA YARIM LİMON VARDIR . KURUMUŞTUR BÖYLE.. BİLİYORUM SİZDEDE VAR..

1-)Dizilerdeki oyuncularla sohbet etme . " Gitme oraya gitme öleceksin" ve benzerleri.
2-)Yolda yuruyen arkadasinin ustune araba surmek
3-)Yemek sonrası, ıslak mendille eli silip, boşa gitmesin diye aynı mendille masayı ve ardından ayakkabıları silmek
4-)Misafirle otururken yapamadığı muhabbeti giderken kapı önünde yapmak
5-) Çorabının kirli olup olmadığını koklayarak anlamak..
6-)Bulmacalarda adam kadın farketmeden herkese sakal bıyık çizmek
7-)Misafirliğe gelen çocuğa ''Sen burda kal da bizim oğlumuz ol'' demek
8-)Şampuan bittiği zaman çoğaltmak için içine su dökmek
9-)Kafasına kuş şey ettiğinde ,gidip sanş oyunları oynamak.
10-)İçeri girdiğin de "geldin mi?" sorusuyla karşı karşıya kalmak
11-)Otobüste yaşlılara yer vermemek için uyuyor numarası yapmak
12-)Aynı denizin içinde hem yüzebilen, hem işeyebilen, hem sevişebilen, hem de balık tutup yiyebilen tek canlı
13-)Evde ailece izlenen film de öpüşme sahnesi çıktığında sessizlik hakim olur..
14-)Göremiyeceği halde geçen ambulansın içine bakmaya çalışmak.
15-)Dürümün son lokmasıyla ayranın son yudumunu denk getirmek.
16-)6 aydır fırçalanmayan diş dişçiye giderken ayıp olmasın diye mutlaka fırçalanır
17-)Bi şey ikram edilince kibarlık olsun diye "çok sağol" diyerek reddedip ısrar gelmeyince aç kalmak
18-)Olmayan bir şeyin yoklugunu sorgulamak -ekmek var mı? -yok – hiç mi yok ?
19-)Misafirlige gittigi evde havlu bulamayinca elini yuzunu kapinin arkasinda asili bornozlara silerler..

3 Aralık 2011 Cumartesi

Mevlana'dan...


Ulaşamayacağını bile bile neden O'nu arıyorsun? derler...

Bende derim ki; Ölecegimi bile bile neden yaşıyorsam,o yüzden...


(Hz Mevlana)


* * *

Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol,
hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma.
Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen;
kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır...

* * *

Kendindendir çektiklerin gölgenden değil...
Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin?
Ne ektin de ektiğini biçmedin?
Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar...
Sonra da çocuğun gibi gelip eteğinden tutar..

Japon ve Ortadoğulunun işe bakışları...

Japonların işe bakış açıları: 
  • Eğer bir işi birisi yapabiliyorsa, ben de yapabilirim.
  • Şayet hiçkimse  yapamıyorsa, o zaman "ben" yapmalıyım!

Ortadoğuluların işe bakış açıları:
  • Valla, eğer bir işi birisi yapabiliyorsa  bırak "o" yapsın...
  • Şayet hiçkimse  yapamıyorsa, o zaman, "ben" nasıl yapayım arkadaş?

14 Kasım 2011 Pazartesi

10 Kasım 2011 Perşembe

4 Kasım 2011 Cuma

Baltaları Bilemek


Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyor, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş.

Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuçta ikinci adam çok çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş.
-       Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?

İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş:
-       Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir.

Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir.
Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir.
Bu, zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.

3 Kasım 2011 Perşembe

Gesi Bağları


Gesi Bağları türküsünün hikayesi

Bu türkü Kayseri'nin yerli marşı gibidir. Ama özellikle Gesi’de yedisinden yetmişine herkesin ama herkesin bilmesi gereken ve büyük çogunluğunun da bildigi, neşede de,hüzünde de dillerden düşmeyen, o söylenmeden düğünler'in olmadığı bir türküdür GESİ BAĞLARI.
Öyküsü hakkinda farklı anlatımlar olmasına rağmen şimdi anlatacağımız öykü akla ve türkünün tema'sına en uygun olanıdır. Türküde işlenen tema Gurbet, Hasret ve Anne sevgisi üzerinedir.

Türküde uzak bir yerden Gesi’ye gelin gelen kızın Annesine karşı duydugu hasret dile gelir Haberleşmenin ve ulaşımın çok güç olduğu devirlerde evlenip Gesi’ye giden gelin uzun bir müddet Annesinden haber alamaz, e koca evi bu,  zaten ulaşım da kısıtlı, ki kalksın Annesine gitsin kimselere de soramaz, neticede Anne hasreti ile kavrulup durur. Üstelik kocası da çalışmaya gurbete gitmiştir, kocasının ailesinin de kötü davranması karşısında iyice bunalan gelin duygularını dizelere vurmuştur.

Gesi Bağlarında üç ırgat işler
Anamdan mı gelir şu uçan kuşlar
Analar doğurur ele bağışlar
Atma anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

Bu dizelerdeki ince, sade, içli ve duygulu sözler sıradan Anadolu insanımızın değme şairlere taş çıkartacak özelliğini de ortaya koymaktadır.

Gesi Bağlarının gülleri mavi
Ayrıldım anamdan gülmeyim gayri
Alımı yeşilimi giymeyim gayri
Yaş tutsun ellerim kına yakmayim
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim

Yine türküde Annesinin bir tek sel güvenen veya kendisini hatırlamasını isteyen gelin anne sevgisini ve hasreti şöyle anlatır:

Şu görünen bahçem'ola bağ'mola
Şu dağın ardında anam var'mola
Oturur da beni anar'mola
Gel otur yanıma başımın tacı
Ayrılık günleri ölümden acı

Şu dereden akan bulanık seller
Derdim içerim de ne bilsin eller
Oturup ağlasam divane derler
Örtün pencereyi esmesin yeller
Bu gün efkarlıyım bilmesin eller

Bu arada gelin gurbete calışmaya giden kocasına serzenişini ve ona olan ihtiyacini şöyle dile getirir:

Gesi baglarına indi bir firenk
Ah çeker ağlarım anam dayanmaz yürek
Gönderin yarimi o bana gerek
Gel otur yanıma çektiğim yeter
Ayrılık hasreti ölümden beter

Gesi bağlarında kaynar kum idim
Fener gibi yanan anam mum idim
Evel Allah yarim sensin benim ümidim
Gel otur yanma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

Babasız olarak gelin oluşu, kardeşlerinin ekmeğini yiyerek yetişmesi ,koca evinde başa kakılınca duygulanan gelin alın yazısı hakkında serzenişlerini şöyle dile getirir:

Gesi baglarında tokastım taşa
Gardaş ekmegini kakarlar başa
Yetirip calıştım emeğim boşa
Ne deyim de ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

İşte bu içten ezgileri dinleyipte duygulanmamak mümkün mü. Geçmişte özellikle merhum Ahmet Gazi AYHAN'ın yorumu ile başlayan ve çeşitli sanatçılarla birlikte günümüze kadar gelen bu türkü halen değerini koruyarak zevkle dinlenmektedir. Ayrıca türkünün temasının hasret ve gurbet duygusu değil de iki sevgili hasreti gibi gösterilen ve uydurularak türküye atfedilmiş yüzlerce deyiş halen halk arasında söylenmektedir.




Gesi Bağları en çok aşağıdaki dizelerle bilinmekte ve söylenmektedir:

~~ Gesi Bağları ~~

Gesi baglarinda dolaniyorum yitirdim yarimi
Aman araniyorum yitirdim yarimi aman araniyorum
Bir çift selamina guveniyorum gel otur yanima
Hallarimi soyleyeyim halimden bilmez ben o yari neyleyim

Gesi baglarinda uc top gulum var hey Allahtan korkmaz
Sana bana olum var hey Allahtan korkmaz sana bana olum var
Olum varsa bu dunyada zulum var
Atma garip anam beni daglar ardina
Kimseler yanmasin anam yansin derdime

Kaynak: Ahmet Gazi Ayhan
Derleme: Muzaffer Sarısözen
Yore: Kayseri-Gesi


http://fizy.com/#s/1ahd32

31 Ekim 2011 Pazartesi

80-90'lı yıllarda çocuk olmak...


- Süper Baba'nın müziğini flütle çalmışsanız
- SHOW TV'nin müziğini hala hatırlıyorsanız dup dibu dip dip dibi dip dum... Tabii ki bir de :İyi TV eyc bi bi, eyc bi bi iyi TV
- “Önce hüplet sonra gümlet” hayat felsefeniz olmuşsa
- Bizimkiler dizisi ertesi gün okul olduğunu bi süreliğine unutturduysa
- Parliament pazar gecesi sinemaları müziğini duyduğunuzda içinizde hala garip duygular uyaniyorsa (yarın okul var hüznü, ailenin seni yatırıyor olmasına duyduğun kızgınlık, o güzel mavinin romantizmi...)
- Polis Akademisindeki her sesi çıkaran adama hayranlık duyuyorsanız
- Elm Sokağında kabus yüzünden hala yatağın altına bakmaktan korkuyorsanız
- Chucky yüzünden en sevdiğiniz oyuncağınızı bile göz önünden kaldırmışsanız
- Okulda cola kutusunu ezip maç yaptıysanız (kızlar yan yatırıp üstüne tam ortasına ayağı yerleştirip üstüne basıp yürürlerdi, topuklu ayakkabı gibi olurdu)
- Apartmanın altındaki zil veya taksi diafonuna basmak muthis heyecanli bir yaramazliksa
- Tutti frutti cok ayip ve olaganustu merak uyandirici bir sovsa
- Bakkala gonderilmenin en guzel yani kucuk sarellenin dibini minik plastik kasigiyla kazimak veya leblebi tozu yiyip konusmaya calismaksa
- Atarideki ordek vurmaca oyununda silahin nasil calistigina hala kafa yoruyorsaniz
- Bayramda harcliklarla aldiginiz ilk sey cokamel se (kagidini tirnakla yirtmadan dumduz yapmak da sabir ister dogrusu)
- Kasete kayit yapilabilmesi icin alt tarafinda bulunan karelerin bantla kapatilmasi gerektigini ogrenmenin onemini biliyorsaniz
- Anne saat kac, simiiit, birdir bir, cay kahve gazoz, aksam ebesi, dansa davet, catlak patlak, yakan top gibi kalabalik oynanan sokak oyunlarindan sonra anneniz sizi balkondan yemege cagirmissa
- "bandira bandira ye beni" sarkisini hizli soylemeye calistiginiz gunler varsa
- Ronesans sanatcilarini ilk kez Ninja Kaplubagalarin ismi olarak tanidiysaniz
- Tele On diye bir kanali hatirliyorsaniz
- Haftasonlari cizgi film izlemek icin errken kalkmanin ne demek oldugunu biliyorsaniz
- Begenseniz de begenmeseniz de tum cizifilmleri art arda izliyorduysaniz
- Bilyali yapip arkadasin yardimiyla sokaklarda hars hars kaydiysan (turk cocuklarinin icadi ilkel kaykay)
- Gazoz kapagindan ateri jetonu yapma hunerine sahipsen
- Mahalle arasindaki insasatlarin onundeki kumlardan topladigin istiridye kabuklariyla kirmaca oynadiyasaniz
- Gece yarilarina kadar sokaklarda hayelet avladiysan ve agzinla hayalet avcilarnin muzigini yapmaya calsimissan::
- Istop diye bagirdigimizda renk yakalamaya calisirken onun aslinda stop oldugunu uzun zaman once cozmusseniz (bunu tekrar okuyunca bunun bir apple icadi oldugunu dusundum bir an )
- Capri Sun in reklami ve melodisini hatirliyorsaniz.
- Fame City cennetle esdegerse
- Olacak O kadar, Yasemin'in penceresi, Hadi Anlat Bakalim, Adam Olacak Cocuk, Saklambac.. gibi programlari hatirliyorsaniz.
- Lambada'nin muzigi kulaginizda calabiliyorsa
- "Nereye cufcufluyoruz"un kimin dedigini biliyorsaniz.
- Sega atari gordugunde dibin dustuyse
- Genclik hayaliniz Beverly Hills teki havuzlu arabalarsa.
- Uhuyla oynamanin zevkini biliyorsaniz
- Kolali jelibonun once kapagini yediyseniz
- Annenizin posetler dolusu taso,misket, sporcu kagitlari, gazoz kapaklarini attigini ogrenince agladiysaniz
- Sokak aralarina arabalara ragmen taslari ust uste koyup kaleler yapip mac yaptiysaniz
- Dokuz aylik, orta kafa gol v.b oyunlari oynadiysaniz
- Arabanin altina kacan topu almak icin yerlerde surunduyseniz ve nedense o topu almak bir kahramanlikti
- Yerden yuksek, yakalanbac veya kovalanbac gibi oyunlari oynadiysaniz
mahallenin cesmesine giderken en son gelen curuk elma v.b tabirlerde bulunduysaniz
- Eğer topunuzu mac yaptiginiz yerdeki esnaf veya o mahallede bulunan yasli bir amcaya kaptirdiysaniz
- Top patladiginda ortadan karpuz gibi yarip 2 arkadas kafaniza sapka gibi taktiysaniz
- Sapanla komsu camini kirdiysaniz
- Tolga abiyi hugo'yu hatirliyorsaniz

eger bunlari hatirliyorsaniz sizlerde 80-90li donemlerin cocuklarisiniz...
aklımıza gelmeyenleri alabilirim... devamını yazarız....


30 Ekim 2011 Pazar

İNSAN YETİŞTİRMEK !!!


Rus-Japon savaşının meşhur komutanlarından Amiral Togo, kanlı savaş sonrası ülkesine döndüğünde, bir kahramana yakışır şekilde karşılanmış. Tüm ülke yönetiminin katıldığı karşılama sonrasında, Amiral Togo’nun şerefine verilen yemek programının ardından Başbakan ayağa kalkmış ve “Sayın Amiralim! Sizin bu ülke icin yapmış olduğunuz kahramanlıkları, savaş meydanlarındaki emeğinizi bu topraklarda yaşayan hiç kimse unutmayacak. Millet olarak size çok şey borçluyuz. Kanlı savaş meydanlarında göstermiş olduğunuz fedakârlıkların karşılığını size ödememiz mümkün değil. Şu andan itibaren isterseniz emekli olup aileniz ve sevdiklerinizle birlikte, kalan zamanınızı değerlendirin. İsterseniz kaymakamlık, valilik, milletvekilliği, bakanlık veya herhangi bir mevkide talip olacağınız her kapıyı size açmaya hazırız'' demiş.

Başbakan konuşmasını bitirince herkes Amiral Togo’ya yönelmiş. Oturduğu yerden ayağa kalkan Amiral, tüm misafirleri süzdükten sonra ağır ağır konuşmaya baslamış.
“Sayın Başbakanım, sevgili konuklar! Tarafıma göstermiş olduğunuz ilgi için hepinize teşekkür ediyorum. Evet, çok yoğun ve yorucu savaş meydanlarında askerlerimle beraber büyük zaferler elde etmiş olmanın mutluluğunu ben de yaşıyorum. Bana layık gördüğünüz tüm makam ve mevkiler icin hepinize teşekkür ediyorum. Ancak ben bu makamların hiç birisine talip olmayacağım. O kanlı savaş meydanlarında fark ettiğim bir gerçek var. Hiçbir savaş ‘İnsan yetiştirme’ savaşından daha önemli değil. Meydanlardaki savaşları kazanmak isteyen milletler önce ‘İnsan yetiştirme savaşını’ kazanmak zorundalar. İnsan yetiştirme savaşının komutanları öğretmenlerdir’.
 
Bana bir ödül vermek istiyorsanız, beni ülkemin herhangi bir köşesinde, herhangi bir okuluna öğretmen olarak görevlendirin. Ömrümün kalan yıllarını o şekilde geçirmek, benim sizden tek isteğim olacak."

Beyin


Aklınızı başınıza getiren öneriler  26.7.2007

Mümin Sekman’ın hazırladığı “Bu hafta beynine iyi bak!” adlı “Beyin Kullanma Kılavuzu” kitapçığından birkaç alıntı:
* Beyin, açık havada ve ayaktayken daha iyi çalışır. Önemli kararlarınızı alırken dışarıda ‘volta’ atmayı deneyebilirsiniz.
* Beyin, örneklerle akıl yürütür. Kararsız kaldığınızda “Atatürk benim yerimde olsaydı ne yapardı?” diye düşünün.
* Yabancı bir dil öğrenme ve ezber, beyni güçlendirir. Her gün birkaç yeni kelime öğrenin, sözlük okuyun, alışveriş listesi ve telefon numaralarını ezberleyin.
* Zihinsel jimnastik yapın. Bunun için başta sudoku olmak üzere bulmaca ve satranç gibi oyunları kullanabilirsiniz.
* Zihinsel rutinlerinizi kırın. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizde taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin.
* Zihinsel zevklerinizi zenginleştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş kitabından, birkaç cümle okuyun.
* Güzel bir resme bakın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeylerle gelişir. Beyninizi ‘güzel’ şeylerle besleyin. Sevdiğiniz bir müziği gözleri kapalı dinleyin.
* İyi bir uyku, kaliteli bir beynin temelidir. 24 saati geçen uykusuzluk sarhoşluğa benzer bir şekilde beyin fonksiyonları nı etkilemektedir.
* Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Odanızın penceresini açıp kendinize bol bol ‘birinci el’ oksijen ısmarlayın.
* Farklı düşünme tarzları beyni geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin.
* Kullanılmayan organ körelir. Sürekli TV seyrederek beyninizi düşük viteste çalıştırmayın. Beyninizin sınırlarını zorlamayan etkinlikler, beyninizi geliştirmez.
* Beyin diyeti yapın. Beynimiz “garbage in garbage out” ilkesine göre çalışır. Yani beyninize çöp girerse, beyninizden çöp çıkar. Beyninizi neyle beslediğinize, midenizi neyle beslediğiniz kadar dikkat edin.
* Hayatınızın en büyük kararlarını alırken ‘kafadan’ değil, kâğıt üzerine ne yapacağınızı yazarak hesaplayın.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Her insan ölecek yaşta....


Şems-i Tebrizi den:

''Bir şey yap,
Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör
Veya güzel bir şey yaz.
Beceremez misin?
Öyleyse güzel bir şeye başla.
Ama hep güzel şeyler olsun.
"Çünkü her insan ölecek yaşta.."

10 Ekim 2011 Pazartesi

AĞUSTOS BÖCEĞİ HİKAYESİ


Şu hikayeye bir de SUNAY AKIN gibi bakalım...

Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama
olarak 12 yıl bekler.        
 
Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü
adında yazılıdır: Ağustos.

Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.                    
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.                          
Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.

Siz olsanız çalışır mıydınız?

9 Ekim 2011 Pazar

Kıssadan Hisse


Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar.
Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz.
Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır. Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile. Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.

Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz. Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.
Mutluluğun 5 basit kuralını unutmayınız:


1. Kalbinizi nefretten arındırın - Affedin.
2. Düşüncelerinizi endişelerinizden arındırın - Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
3. Basit yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
4. Daha çok verin.
5. Daha az bekleyin.

7 Ekim 2011 Cuma

BIRININ HAYATINDA FARK YARATIN!


Mediha ogretmen 5. siniflari okutmaktadir. Okulun ilk gununde sinifin onunde dururken cocuklara bir yalan soyledi. Cogu ogretmen gibi ogrencilerine bakti ve hepsini ayni derecede sevdigini soyledi. Ancak, bu dogru degildi. Cunku, on sirada, oturdugu yerde bir yana kaykilmis, ismi Mustafa Yilmaz olan bir erkek cocuk vardi. Mediha ogretmen bir yil once Mustafa yi izlemisti.  Diger cocuklarla anlasamadigini ve surekli olarak kirli elbiselerle dolastigini gozlemisti. Ilave olarak Mustafa derslerine hic calismiyordu da. Bu oyle bir noktaya geldi ki, Mediha ogretmen onun kagitlarina kirmizi kalemle kalin ve buyuk carpilar koymaktan ve kagidin ustune F (en dusuk derece) yazmaktan zevk alir oldu. 

Mediha ogretmenin sinifindaki her cocugun gecmis kayitlarini incelemesi gerekiyordu. Mustafa nin kayitlarini en sona birakti. Ancak onun gecmis kayitlarina baktiginda bir surprizle karsilasti.
Mustafa nin 1. Sinif ogretmeni soyle yazmisti:
-Mustafa gulmeye hazir parlak bir cocuk. Odevlerini derli toplu ve temiz yapiyor ve cok da terbiyeli. Onun etrafta olmasi cok eglenceli.-
2. sinif ogretmeni de sunlari yazmisti:
-Mustafa mukemmel bir ogrenci ve arkadaslari tarafindan cok seviliyor, ama annesinin olumcul bir hastaligi oldugu icin sIkinti icinde ve evdeki yasami hep mucadele ile geciyor.
3. sinif ogretmeninin dusunceleri ise soyleydi:
-Mustafa nin annesinin olumu onun icin cok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya calisiyor, ama babasi ona ilgi gostermiyor. Eger bazi adimlar atilmazsa ev yasami yakinda onu cok olumsuz etkileyecek.
Mustafa nin 4. Sinif ogretmeni ise sunlari yazmisti:
-Mustafa icine kapanik ve okulda derslere ilgi gostermiyor. Cok fazla arkadasi yok ve bazen sinifta uyuyor.


Bunlari okuyunca Mediha ogretmen problemi kavradi ve kendinden utandi. Ogrencileri ona parlak kagitlara sarilmis, guzel kurdelelerle baglanmis hediyeler getirdiginde bile kendisini cok kotu hissediyordu. Mustafa nin hediyesini alincaya kadar bu boyle devam etti. Mustafa nin hediyesi bir marketten alinmis, kalin, kahverengi bir ambalaj kagidina beceriksizce sarilmisti. Mediha ogretmen onu diger cocuklarin gozu onunde acmaktan aci duydu. Paketten taslarindan bazilari dusmus, sahte elmas tasli bir bilezik ve ancak ceyregi dolu olan bir parfum sisesi cikinca cocuklardan bazilari gulmeye basladi. Ama o, bilezigin cok guzel oldugunu ve cok begendigini soyleyince gulmeleri kesildi. Bilezigi hemen oracikta takti ve parfumu bileklerine surerek Mustafa ya sarildi.
Mustafa o gun okul cikisinda biraz gec kalarak ogretmenine sunlari soyledi:
-Ogretmenim, bugun ayni annem gibi kokuyordunuz.-
Mediha ogretmen cocuklar gittikten sonra bir saat agladi. O gunden sonra cocuklari daha farkli bir bicimde egitmeye basladi.
Mustafa ya ozel ilgi gosterdi. Her gun o bilezigi takiyor, o parfumden bir damla suruyordu. Mustafa nin giderek zihni acilmaya baslamisti. Mediha ogretmen onu tesvik ettikce daha hizli karsilik veriyordu. Yilin sonuna kadar Mustafa siniftaki en caliskan cocuklardan biri oldu ve tum cocuklari ayni derecede sevdigini soylemesine ragmen Mustafa onun gozdelerinden biri idi. 


Bir yil sonra Mediha ogretmen kapisinin altinda Mustafa dan bir not buldu, ona tum yasaminda sahip oldugu en iyi ogretmen oldugunu soyluyordu.
6 yil sonra Mustafa dan bir not daha geldi. Liseyi bitirdigini, sinifinda 3. oldugunu ve onun hala hayatindaki en iyi ogretmen oldugunu yazmisti.
Bundan 4 yil sonra. Bazi zamanlarin zor gecmesine ragmen okulda kaldigini, sebatla calismaya devam ettigini ve yakinda kolejden en yuksek derece ile mezun olacagini yazan baska bir mektup aldi. Yine Mediha ogretmenin tum yasamindaki en iyi ve en favori ogretmen oldugunu yazmisti. 


Sonra 4 yil daha gecti ve baska bir mektup daha geldi. Bu kez fakulte diplomasini aldiktan sonra biraz daha ilerlemeye karar verdigini acikliyordu.
Bir sonraki mektupta onun hala karsilastigi en iyi ve favori ogretmen oldugunu soyluyordu Mustafa. Ama simdi ismi biraz daha uzundu. Mektup soyle imzalanmisti.
-Prof. Dr. Mustafa Y.


Oyku burada bitmiyor. Daha sonra gelen bir mektup daha var.
Bu mektupta Mustafa bir kizla tanistigini ve onunla evlenecegini yaziyordu. Babasinin birkac hafta once vefat ettigini ve evlenme toreninde Mediha ogretmenin damadin annesine ayrilan yere oturup oturamayacagini soruyordu.
Suphesiz Mediha ogretmen bunu kabul etti. O gun taslari dusmus olan o bilezigi takti, dahasi Mustafa nin annesinin surdugu o parfumden surdu. Birbirlerini kucakladilar ve Prof. Dr. Mustafa, Mediha ogretmenin kulagina sunlari fisildadi:
-Bana inandiginiz icin tesekkur ederim ogretmenim. Bana onemli oldugumu hissettirdiginiz ve bir fark meydana getirebilecegimi gosterdiginiz icin cok tesekkur ederim.


Mediha ogretmen gozlerindeki yaslarla soyle cevap verdi:
-Mustafa yanlis dusuncelere sahiptim. Bir fark meydana getirebilecegimi bana ogreten sensin. Seninle tanisincaya dek nasil ogretecegimi bilmiyordum.-


HEP BERABER BIRILERININ  YUREGINI ISITARAK BIR FARK OLUSTURMAYA CALISMAK DİLEĞİYLE….


-ALINTIDIR- 

28 Eylül 2011 Çarşamba

Aşık mı? Bekliyorsa, evet!

Aşık mı?
Bekliyorsa, evet!
Bekliyorum...
Kıpırdamadan bekliyorum.
Ürpererek, üşüyerek bekliyorum. Ensemi, omuzlarımı bir rüzgâr yalayıp geçiyor. Çiçekler boyunlarını büküyor sanki; dalları eğiliyor, yaprakları parlaklıklarını bir anda yitiriyor. Kuşlar saniyeler içinde huzursuzlanıp oradan oraya uçmaya başlıyorlar. Onlar da bekliyorlar... İçimde kalkıp gitme arzusu kıpırdıyor. "Bekleme, gelmeyecek" diyor içimde bir ses. Sanki sinsi bir yürekten, şeytani bir zihinden geliyor ses. Beklemek inanmak gibi. Beklemekten vazgeçmek imandan çıkmak gibi... Ben bekliyorum. Hâlâ sımsıkı yumulu tuttugum göz kapaklarına düşecek ışık selini bekliyorum. Bitmek bilmiyormuş gibi gelen ürpertinin çekip gitmesini bekliyorum. Biraz sonra bulutun ardından çıkıyor güneş. Sevgilinin yolun başında görünmesi gibi, ışıltılı gözlerini dikip gülümsemesi gibi. Sanki durup iki çift özlem sözcüğü olsun sarfetmeyecekmişiz de, bütün sakarlığıyla bana çarpacak, üzerime düşecek, kahkahalardan kırılacakmışız... Neşeli sıcaklıgıyla üzerime çullanıveriyor. Alnımı okşuyor sıcak elleriyle, burnuma sürtünüyor, omuzlarıma sarılıyor, kucaklıyor. Ve böylece mutlu sona eriyor güneşi bekleyişim.

Gelelim bu minnacık ve kişisel mi kişisel serüvenin bana hatırlattığı Roland Barthes cümlesine ki, sabahtan beri aklımdan çıkmıyor. "Âşıgın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur:Bekleyen..." 
Bir başka yazardan alıntı da yapar Barthes: "Âşık mıyım? Evet, beklediğime göre." 
Burada beklemeyi sadece randevu yerinde bir gözün saatte, öteki çevreyi kolaçan eder halde, huzursuz yürek çarpıntıları durumu olarak görmemek gerek. Âşığın bekleyişi süreklidir. İlgi bekler, ilişki bekler, iyilik bekler, kölelik bekler, efendilik bekler, şefkat bekler, telefon bekler, e-mail bekler... Bazen sakin, bazen huzursuz, bazen huysuz ama ısrarla bekler...

Klasik aşklar iyiden iyiye ve en çıplak haliyle beklemek üzerine kuruluydu. Modern aşklar ise beklentiler ve beklentilerin karşılanması üzerine kurulmaya çalışılıyor... "Ben seni günler, gecelerce bekledim" diyenlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. "Benim ne beklentilerim vardı, yanılmışım" diyenlerin sayısı çoğaldıkça çoğalıyor. Bekleyerek filizlenen aşk, bana kalırsa beklentilerle solup çürüyor. Ne demiş eskiler: Bekleyen derviş muradına ermiş... Oysa beklentilerini büyüten âşık hiçbir zaman tatmin olmaz; hep bir şeyler eksik kalır.

Gördünüz mü, güneşli bir sabahın ruh dalgalanmalarından nerelere geldim, dayandım.
Durdurun beni, şu kağıttan köşede inecek var!

Haşmet Babaoğlu

7 Eylül 2011 Çarşamba

Avrupa Dediğin - Melih Aşık

Siz hiç Avrupa Birliği üyesi ülkelerden birinde yokuş aşağı inerken freni boşalan kamyon duydunuz mu? Ya dolu bir tankerin balataları düzleştiği halde trafiğe çıkabildiğini... Güpegündüz kentin ortasında dolaştığını...
    - Siz bir AB ülkesinde töre cinayeti duydunuz mu? Ya kurşunlanan bir kadının hastanede yalnız bırakıldığını ve yeniden kurşunlandığını...
    - Siz bir Avrupa ülkesinde polisin işkence yapan sanık polisleri bulamadığını duydunuz mu? Amerikan Dışişleri Bakanı'nın "İşkencede ölen falanca gencin katili olan polisleri bulun yoksa dava zamanaşımına giriyor" diye bir AB ülkesi Dışişleri Bakanı'nı uyarması mümkün olabilir mi?
    - Siz milletvekili ve belediye başkan adaylarının tek tek liderler tarafından belirlendiği bir Avrupa ülkesi biliyor musunuz? Böyle bir demokrasi duydunuz mu?
    - Bir Avrupa ülkesi Başbakanı, attığı adımın yanlışlığı ortaya çıkacak diye basının otosansür uygulamasını isteyebilir mi?
    - Gençlerinin kamyon büyüklüğünde jeep'lerle hava attığı ama 14 milyon insanın açlık sınırında yaşadığı bir Avrupa ülkesi olabilir mi? Vatandaşına bu kadar büyük haksızlık ve eşitsizliği reva gören liderlere demokraside yer var mıdır?
    Bunlar Avrupa'da olmaz. AB'ye uymaz... Peki AB'den gelen umutlu mesajlar mı? Onlar vereceklerimizi verene kadar. Bir kez verelim, bakın sonra "Siz bu kılıkta mı Avrupa'ya gireceksiniz" diye aynayı nasıl yüzümüze tutuyorlar.

Melih Aşık – Milliyet – 28.02.2004

27 Ağustos 2011 Cumartesi

MUTLULUĞUN SIRRI - Gülse Birsel

Toplanin, mutlulugun sirrini veriyorum!

Bir kere su ortaya cikti: Para, mutluluk getirmiyor kardesim! Modern dunya, sadece 'daha zenginlerin', 'daha az zenginlerden' biraz daha mesut oldugunu, bu saadetin de 'ustunluk' hissinden kaynaklandigini ve uzun surmedigini kesfetti! Psikologlar 'mutluluk' konusuna takmis durumdalar. Temel ihtiyaclari karsilandigi surece, daha fazla para ekstra bir mutluluk getirmiyor.

Peki, kim, niye mutlu oluyor? Time dergisinin son sayisi, bircok bilim adaminin bu konuda yaptigi arastirmalardan cikan ilginc sonuclari konu aliyor. Mutluluk, bizim sandigimiz etkenlerden coguyla hic baglantili degil!

Para? Hic alakasi yok!

Egitim? Hic etkisi yok!

Zekâ? Ayni sekilde!

Genclik? Bilakis! Yaslilarin hayattan genclere gore daha cok zevk aldiklari ve depresyona daha az meyilli olduklari kanitlanmis!

Evlilik? Arastirmalara gore, evli insanlar bekârlara gore biraz daha mutlu olsa da, bunun sebebi zaten mutlu olmaya meyilli insanlarin evlilikleri daha kolay yurutmesiyle ilgili olabilir!

Gunesli havalar? Hayir! Amerika'nin bol yagmurlu bolgelerinde yasayanlarin Kaliforniyalilara gore daha depresif olmadigi kanitlanmis!

O zaman insanlari mutlu eden ne?

Bulgulara gore dini inanc insanlarin mutlulugunu artiran onemli bir etkenmis. Inanan insanlar zorluklara karsi daha kolay gogus geriyor ve daha iyimser oluyorlarmis.
Arkadaslar, mutsuzluga karsi muthis bir ilacmis! Ahbaplari, dostlari, aileleri ve cevreleriyle daha yakin ve sik iliski kuran insanlar karamsarliktan uzak kalmak icin en etkili formulu bulmuslar.

Bu arada, mutlu olmak icin bir grup psikologun kullandigi 'gun insa etme' metodundan bahsetmek lazim. Denekler bir gun once dakika dakika ne yaptiklarini hatirlayip, bu aktivitenin onlarin acisindan mutluluk duzeyini birden yediye kadar isaretliyorlar. Bu test 900 kiside uygulaniyor. Sonuclar ilginc...

En cok mutluluk veren aktiviteler, arkadaslarla sosyallesme, evde yatip gevseme, dua etme ve yemek yeme... Bunlari spor yapma ve televizyon seyretme takip ediyor. Tuhaf ama 'cocuklarla ilgilenmek' listenin en altlarinda, ev isinin bir sira ustunde yer aliyor! Cogu insanin hayatinda mutlulugunun kaynagi olarak gordugu cocuklarin, gunluk hayatin mutsuzluk sebeplerinden biri olmasi ilginc! Demek ki, mutlu ettigini sandiginiz her sey mutlu etmiyor! Ancak, gunluk hayatta insani sinirlendiren, geren, mutsuz eden ufak tefek olaylar, hayatin genelinde mutluluk kaynagi olabilirmis! Surekli sikayet ettiginiz stresli isiniz, hayatinizin en onemli rengi olabilir ornegin.

Psikologlarin bu konuyla ilgili edindigi farkli bir bulgu da: 'Sonlarin gucu'! Sozgelimi, sizi cok mutlu eden bir iliski, son bir haftasinda berbat kavgalar ve gozyasi dolu bir ayrilikla sonlaniyorsa, butun hayatiniz boyunca o iliskiyi kotu hatirliyorsunuz!

Bu konu, kolonoskopi yaptiran bir grup insan uzerinde test edilmis. Biliyorsunuz kolonoskopi, bagirsaklarla ilgili rahatsiz edici, biraz acili bir muayene metodu. Bir grup hastaya standart kolonoskopi yapilmis. Diger grupta ise kolonoskopi aleti, muayeneden sonra 60 saniye hareketsiz birakilmis. Hastalara aci veren bolum aletin hareketleri oldugu icin, uygulama 60 saniye daha uzun surdugu halde, muayenenin sonu 60 saniyelik acisiz bir zaman dilimiyle bittigi icin, ikinci gruptaki hastalar, uygulamayi, ilk gruba gore daha az rahatsiz edici bulmuslar!

Peki, herkes mutlu olabilir mi? 1996'da yapilan bir arastirmaya gore, bir insanin hayatindan memnun olmasi, yuzde 50 oraninda genetik yapisina bagli! Genler neseli, rahat bir kisilik yapisini, stresle basa cikma kapasitesini, depresyon ve endiseye mehili yonlendiriyor! Eger bir insan genetik olarak mutluluga meyilliyse , basina berbat seyler de gelse, hatta kaza sonucu bir uzvunu bile kaybetse, zaman icinde, eski mutluluk seviyesine ya da ona yakin bir noktaya donebiliyor!

Butun psikologlarin uzerinde fikir birligine vardiklari uc mutluluk formulu var:

Sukretmek, iyilik yapmak ve yaptigin isi sevip daha cok konsantre olmak!
Sukretmek, hayattan duydugun memnuniyeti ifade etmek, hatta bunu duzenli olarak yazmak ve soylemek, sadece insanin keyfini yerine getirmekle kalmiyor; Kaliforniya Universitesi'nin arastirmasina gore fiziksel sagligi duzeltiyor, enerji seviyelerini yukseltiyor, aci ve yorgunlugu azaltiyor!
Iyilik yapmak, sozgelimi duzenli olarak bir huzurevini ziyaret etmek, bir komsuya yardim etmek, babaanneye mektup yazmak, mutluluk derecesini ani ve dramatik bicimde artiriyor!

Ne para, ne ask, ne gunes, ne genclik. Yaptiginiz isi sevip, o ise butun konsantrasyonunuzu ve enerjinizi severek vermek de, mutlulugun formullerinden biri. Marangoz olsaniz da, doktor olsaniz da boyle. O kadar arastirma, kolonoskopide ekstra 60 saniyeye katlanan denekler (!), yazismalar, toplantilar, istatistikler... Psikologlar yine bize anaokulunda ogretilenlerle kutsal kitaplarda yazilanlari bulmuslar:

Mutlu olmak icin calis, iyilik yap, sukret!

Gulse Birsel – 28.01.2007


10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kadınlar susarak gider...


Kadinlar susarak gider...

Cok uzun emekler verir iliskisini yurutmek icin.
Birinin kadini olmayi yuregi, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmistir ki, baska bir adama ait olmayi istemez.
Erkek gibi, corbanin tuzu eksIk diye kavga cikarmaz mesela, tam tersi, konusmamiz lazim der.
Erkekler de en cok bu cumleye sinir olurlar.
Ertelenir o konusmalar, mac bitimine, yemek sonrasina ve daha bircok luzumsuz seyin ardina otelenir.

Kadinlar inatcidir, hayata tutunduklari gibi, asklarina da sahip cikarlar.
Bu yuzdendir, konusup derdini anlatma istegi, karsi tarafi ikna edene kadar ugrasirlar.
 Sonunda pes eder adam, bir isIk gorur kadin, tum derdini paylasir. Genellikle ne cevap alir? Abuk sabuk konusma!
Gereksiz ve sacma gelmistir adama anlatilanlar, hic de ustunde durmamistir.
Yine bir sIkinti, tatmin edilemeden gecistirilir ve adam gun gelip bunlarin kendisine ok gibi donecegini bilemez.

Bir kadin sIkayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vidi vidi ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o iliskiden hala umidi vardir kadinin. Yurutmek, birlikte yasamak, sorunlari cozerek mutlu olmak istiyordur. Daha onemlisi, o adami hala seviyordur.

Kadin susarak gider!
En onemli detaydir, erkeklerin hic anlayamadigi durum iste bu kadar basittir.
O gun gelene kadar konusan, kavga eden, tartisan kadin, kendini sessizlige vermistir.
Ne zaman umidini o iliskiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almis demektir.
 Yuregindeki bavullari toplamistir, kafasindaki biletleri almis ve aslinda bedeni orada durarak, iliskiden cikip gitmistir.
Kadin, gercekten gitmisse, cok sessiz olmustur ayrilisi, kimse hissetmeden, kapilari vurup kirmadan gitmistir.
Her aksam eve geldiginde, kapinin acildigini goren adam anlamaz ama bir kadin sessizce gider.
Ne mutfaginda yemek pisiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevismeye calisan kadin, artik o kadindir.
Bir kadinin cigliklarindan, kavgalarindan korkmamak gerekir, cunku kadinin gidisi sessiz ve asildir.

Cemal Sureyya



26 Temmuz 2011 Salı

Mine Kırıkkanat'tan kısa bir yarışma :))


Mine G. Kırıkkanat’ın sanırım 2003de okuduğum yazılarından bir alıntı:

BİRİNCİ SORU:
Altı çocuklu bir kadın tanıyorsunuz. Altı çocuktan üçü sağır, ikisi kör ve biri geri zekâlı. Üstelik kadın, frengi hastası. Yedinci çocuğuna hamile kalan bu kadına, kürtaj yaptırmayı önerir misiniz? Yanıtınızı içinizden verip, aklınızda tutun.

SORU: Dünyaya yeni bir başkan seçmek gerekiyor ve sizin tek bir oyunuz, sonucu etkileyebilir. Aşağıda bellibaşlı özellikleri belirtilen üç adaydan hangisini iç rahatlığıyla seçersiniz?
Aday A, şaibeli politikacılarla sıkı fıkı. Falına baktırmadan iş yapmıyor. İki metresi var. Fabrika bacası gibi aralıksız sigara tüttürüyor ve günde sekiz ila on bardak martini içiyor.
Aday B, iki kez iktidardan düşürülmüş. Öğle saatlerine kadar uyuyor. Gençlik yıllarında afyon çektiği biliniyor ve her gece yarım şişe viski deviriyor.
Aday C, kahramanlık madalyası olan bir savaş gazisi. Vejetaryen. 40 yılda bir şişe bira içiyor ve hep tek kadının erkeği olmuş, resmi sevgilisi dışında başka macerası bilinmiyor.

YANITLAR:
Dünya başkanı seçimi babında...
Eğer Aday A'ya oy verdinizse, Franklin D. Roosevelt'i seçtiniz.
Eğer Aday B'ye oy verdinizse, Winston Churchill'i iktidara getirdiniz.
Eğer Aday C'ye oy verdinizse.... Adolf Hitler'i yeğlediniz demektir.
Kıssadan hisse: Çok sağlıklı ve düzenli yaşam süren insanlara pek güvenmeyiniz!
Bu arada, 'birinci soru'daki kürtaj seçeneğine 'evet' yanıtını verdiyseniz, Ludwig Van Beethoven'i doğmadan öldürmüş bulunuyorsunuz!


16 Temmuz 2011 Cumartesi

Şehitler

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
             mezardan çıkmanın vaktidir! 
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
             Sakarya'da, 
İnönü'nde, Afyon'dakiler
             Dumlupınar'dakiler de elbet
             ve de Aydın'da, Antep'te vurulup dü
şenler,
siz toprak altında ulu köklerimizsiniz
             yatarsınız al kanlar içinde. 
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
             siz toprak altında derin uykudayken
                       dü
şmanı çağırdılar,
                                   satıldık, uyanın!
Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
             kalkıp uyandırın bizi!
                             uyandırın bizi! 
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
             mezardan çıkmanın vaktidir!


                                                            1959 

Nazım Hikmet Ran