29 Ocak 2011 Cumartesi

William Shakespeare'den...


Yıldızları süpürürsün farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür.
Ciğerinde kuruludur orkestra, duyamazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın.

William Shakespeare

19 Ocak 2011 Çarşamba

Benim bir oğlum var - BANU K. YELKOVAN

Duydum ki "TT Arena'dakilerin babaları belli değildir" diyenler olmuş, en azından anneleri kim bilsinler.

BANU K. YELKOVAN - Radikal Gazetesi 19/01/2011

Duydum ki "TT Arena'dakilerin babaları belli değildir" diyenler olmuş, en azından anneleri kim bilsinler.
Üç yaşına basmak üzere olan bir oğlum var. İyi bir insan olsun istiyorum. Dürüst olsun. Çalışkan olsun.
Büyüklerini saysın. Küçüklerini sevsin. Sevildiğini ve ona her zaman güvenen bir ailesi olduğunu bilsin.
Ama o, ailesine değil, en çok kendine güvensin. Her zaman elinden gelenin en iyisini yapan bir insan olsun.
Elinden gelenin daha azıyla yetinmesin. Değerleri olsun. Gerekirse uğruna her şeyini feda edebileceği değerleri.
Eğilmesin, bükülmesin. Kimseden fayda ummasın, kol kanat dilenmesin... Fikri, vicdanı, irfanı hür olsun...
Paylaşmayı bilsin. Ödünç aldığını geri vermeyi unutmasın. Doğru bildiğini yapmaktan çekinmesin. Konuşmak
kadar, dinlemeyi de önemsesin. Dünyanın en iyi hatibi de olsa, dinlemenin konuşmaktan daha değerli olduğunu
öğrensin. Kibar bir insan olsun. Başkalarına değer versin. Dedikodu yapmasın. Zor da olsa her zaman doğruyu 
söylesin. Oyun oynayacaksa, adil oynasın. Kuralına göre, centilmence oynasın. İşler zora girince mızıkmasın.
Ne hak yesin, ne hakkını yedirsin... Olur olmaz şikâyet etmesin. Zırt pırt ağlamasın. Affedici olsun. Sahip
olduklarına şükretmeyi bilsin. Sabırlı olsun. Tabii mümkünse akıllı, yetenekli ve şanslı da... Etrafta küçük
padişahlar gibi dolaşan çocuklardan olmasın... Hani her istediği alınan, her dediği yapılan... Hastalanmasın diye
misafirlere galoş ikram edilen, sadece çizgi film seyredilen evlerde yaşayan... O uyanmasın diye alçak sesle
konuşulan ama kendisi bar bar bağıran... Yok valla, o evlerden olmadı, olmasın bu ev. Benim oğlum,
saltanatın bittiğini, bu ev sınırları içinde ya da dışında padişah olamayacağını anlasın.

Ha buna karşılık birey olduğunu da bilsin. Bu ailenin bir ferdi olduğunu, sözünün dinlenmesi için 18 yaşına
gelmesi gerekmediğini, mantıklı bir şey söylüyorsa kabul edeceğimizi, tehlikeli bir şey yapıyorsa pek tabii
engelleyeceğimizi, tehlike arzetmeyen her şeyin başkalarını rahatsız etmiyorsa serbest olduğunu, ona ‘koşma düşersin’
bile demeyeceğimizi, aksine koşmasını ve düşerse bir şey olmayacağını görmesini istediğimizi bilsin... Bu ev sınırları
içerisinde ne anne-baba olmanın abartıldığını, ne çocuk olmanın azımsandığını düşünmesin...
Şımarık olmasın benim oğlum. Arsız olmasın. Dağıtırsa, toplamak zorunda olduğunu bilsin. Kadın-erkek işi diye
bir ayrım olmadığını, ‘su getir’ derse o suyun başından aşağı döküleceğini, başka çocuğun elindeki oyuncağı çekip
almasına izin vermeyeceğimizi, insan gibi almayı bilmiyorsa, o oyuncaktan kusur kalacağını tahmin etsin.
Hak ve sorumluluğun kol kola yaşadığını, sorumluluklarını üstlenmeden haklarının olamayacağını anlasın. Ne 8,
ne 18 yaşında silahla oynamasın benim oğlum. İçki içecekse kendi bilir ama ağzıyla, adabıyla içsin.
Yapması gereken bir işi yaptığı için övünmesin. Gerim gerim gerinmesin. Bizim ailede dürüstlüğün ve çalışkanlığın
meziyet sayılmadığını, herkesin zaten öyle olması gerektiğini beklediğimizi bilsin. Düşene bir tekme de o vurmasın.
Köşeyi dönmeyi beceri saymasın. Başarının eşiğinden atlayınca kavuşulacak bir kapı değil, basamak basamak çıkılacak
bir merdiven olduğunu ama her çıkışın bir de inişi olabileceğini unutmasın. Haksızsa özür dilemeyi bilsin ama 
abartmasın. Varsın biraz naif olsun ama yalaka olmasın.

Gündem ne, sen ne yazmışsın demeyin.
Duydum ki “TT Arena’dakilerin babaları belli değildir” diyenler olmuş,
en azından anneleri kim bilsinler istedim.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Ali Poyrazoğlu’ndan...


"Şunları bir araya toplayayım.
 Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
 Mutfak işinden de anlarım.
 Donattım sofrayı.
 Bayağı uğraştım.
 Hepsinin, ayrı ayrı ne
 yemekten, ne içmekten
 hoşlandığını iyi
 bilirim.
 Bayağı da para gitti.
 Birinin yediğini öbürü yemez.
 Ötekinin içtiğini beriki içmez.
 Dört kişilik sofra kurdum.
 Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım.
 Müziği de ayarladım. Geldiler.
 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben  ve bugünkü ben  dördümüz.
 Yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
 Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
 Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
 Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
 Yatıştırayım dedim.
 "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.
 Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
 Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
 Evin de içine ettiler. Bende kabahat.
 Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine.

Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür,  O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür..

(nasıl güzel bir sözdür bu söz..)

Ali Poyrazoğlu

9 Ocak 2011 Pazar

Mevlana'dan Dost


Genç adamın biri, Dermiş babasına her gün; “Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi”
Baba, itiraz eder, “Olmaz öyle çok dost, hakikisiBelki bir, belki iki, Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...”
Devam eder durur konuşma... Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...Bir akşam bir koyun keserler,Ve koyarlar çuvala.
Baba der ki oğluna, 'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'.
Çuvaldan kanlar damlamakta,Sanki öldürmüşler de bir adamı,Koymuşlar çuvala, Dıştan böyle sanılmakta.
Delikanlı sırtlar çuvalı,Gider en iyi bildiği dostuna,çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuvalahem de kanlı,Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,Almaz içeri arkadaşını,
Böylece tek tek dolaşır delikanlı,Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.evlat geriye döner.Ama içten yıkılır...
Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der.Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim.Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona.
Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.
Geçerler arka bahçeye.Bir çukur kazarlar birlikte,Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak.Belli olmasın diyedikerler sarımsak...
Genç adam gelir babasına;'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha.Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi.Sonra gel olanları anlat bana...'
Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!
Der ki tokadı yiyen DOST;'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını
böyle iki tokada'!

Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
Dost dediğin;fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli.
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
Ama hepsinden daha çok;
Dost matematiksel olmali;
Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Geçmişi çıkarmalı...
Yarını toplamalıi...
Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...

MEVLANA

8 Ocak 2011 Cumartesi

Mutluluk Üzerine Küçük Bir Hikaye


Ileri derecede hasta iki adam ayni hastane odasındaydılar.
Adamlardan birinin her öğleden sonra 1 saatliğine oturmasına izin veriliyordu, cigerlerindeki suyun süzülmesi için. Bu hastanin yatagi odadaki tek pencerenin tam yanindaydi. Diger hasta ise hep sırtüstü yatmak zorundaydı. Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konuşur, eşlerini, ailelerini, evlerini, işlerini, askerlik anılarını,  tatilde gittikleri  yerleri anlatirlardi birbirlerine. Pencerenin yanindaki hasta, her öğleden sonra oturmasina izin verdikleri saati diger hastaya pencereden gorebildiklerini anlatarak geciriyordu. diger hasta hep bir sonraki gunu iple cekmeye basladi, dışarıdaki renkli ve hareketli dünyayı dinlemek için.
Pencere, icinde cok güzel bir göl olan parka bakıyordu.
Ördekler ve kuğular gölde yuzerken cocuklar model bot'larini suda yuzduruyorlardi. Genc asiklar, gokkusaginin tum renklerindeki ciceklerin arasinda kol kola dolasiyorlardi. Ulu agaclar etrafi susluyor, uzaktan sehrin silueti gorunebiliyordu.
Pencere kenarindaki adam bunlari muhtesem bir detayla anlatirken, odanin diger ucunda yatan adam gozlerini kapar ve bu muhtesem  manzarayi hayalinde canlandirirdi. Sicak bir ogleden sonra, pencerenin yanindaki adam  gecmekte olan bir senlik alayini tarif etti. Diger adam bando seslerini  duyamasa bile hayalinde canlandirabiliyordu, pencere kenarindaki adamin tasviriyle. Gunler ve haftalar gecti. Bir sabah banyo yaptirmak icin su getiren gunduzcu hemsire pencere kenarinda yatan hastanin cansiz bedeniniyle karsilasti: uykusunda, huzur icinde ölmüştü. Hüzünlendi, hastane  gorevlilerini cesedi disari tasimalari icin çagirdi. Uygun zaman gectigine kanaat getirir getirmez, diger hasta pencerenin kenarindaki  yataga tasinmasinin mumkun olup olamayacagini sordu. Hemsire  memnuniyetle istegini yerine getirdi, hastanin rahat oldugundan emin olduktan sonra onu yalniz birakti. Yavasca, duydugu aciya aldirmadan, bir dirseğine yaslanarak disaridaki dunyaya bakmak uzere yatagindan dogruldu adam. Sonunda, disariyi  kendi gozleriyle gorme zevkini yasayabilecekti. Pencereden disari bakabilmek icin yavasca donmeye zorladi  kendisini. Pencere, boş bir duvara bakiyordu. Adam hemsireye, vefat eden oda arkadasinin  pencerenin disinda gorunen harika seylerden bahsetmesine sebep olan şeyin ne olabilecegini sordu. Hemsirenin cevabı, ölen adamin kör oldugu ve  pencerenin onundeki duvarı görmediğiydi.
"Sanirim seni cesaretlendirmek istedi" dedi.
Epilog: Diger insanlari mutlu etmek cok buyuk mutluluk getirir, kendi durumunuz ne olursa olsun. Paylasilan dertler yarisi kadar  üzüntü verir, paylaşılan multuluklar ise iki katı artar. Kendinizi zengin hissetmek istiyorsanız, sahip olduğunuz ve paranın satın alamayacağı her  şeyi paylaşın.
Bu gün bize bir hediyedir. Bu yazının kaynağı bilinmiyor,  fakat okuyan herkese mutluluk getirecektir.

7 Ocak 2011 Cuma

Biz Türkler şımarık bir ulusuz....

Biz Türkler şımarık bir ulusuz. Dünyanın en bereketli ve renkli coğrafyalarından birisinde oturuyor ama sürekli hazır yiyoruz. Bir mirasyedi misali atalarımızın gücüyle övünerek aşka geliyor, ödevimizi yapmaya üşenip, saman alevi parlaklığında başarıların peşinden koşuyoruz. Sabrımız yok, uzun vadeli düşünmek canımızı feci sıkıyor, bir an önce en yakındaki ve en kolay çözümü seçerek, seçim anının gerginliğinden ve çalışmaktan kendimizi kurtarıyoruz.

Fatoş Karahasan - Milliyet - 03/04/2005

HAYAT !!!!


Bir Meydan Okumadır     KARŞISINA ÇIK,

Bir Armağandır              KABUL ET,

Bir Maceradır                CÜRET ET,

Bir Üzüntüdür              ÜSTESİNDEN GEL,

Bir Trajedir                  YÜZLEŞ,

Bir Görevdir                 YERİNE GETİR,

Bir Oyundur                 OYNA,

Bir Sırdır                      AÇIĞA ÇIKAR,

Bir Şarkıdır                   SÖYLE,

Bir Fırsattır                  KULLAN,

Bir Gezidir                   TAMAMLA,

Bir Sözdür                  GERÇEKLEŞTİR,

Bir Sevgidir                 KEYİF AL,

Bir Güzelliktir               ÖV,

Bir Ruhtur                   ANLA,

Bir Mücadeledir            SAVAŞ,

Bir Bilmecedir              ÇÖZ,

Bir Hedeftir                 ULAŞ....