Bugün anneler günü.
Bu özel günde bir annenin, 5 yaşındaki biricik oğluna yazdığı çok
içten mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.
İşte o mektup:
“Sevgili Oğlum,
Bu seninle yaşayacağımız beşinci anneler günü.
Bu beş yılda sana nice mektup yazdım, kimi çevremizde olup bitenler,
kimi o anki ruh halim, kimi de öğüt…
Ama bugün sana beş yıllık (tecrübesiz) anneliğimden ne anladığımı
yazacağım.
Hemen endişelenme, sadece duygusal şeyler yazacak havada değilim
bu sabah.
Evet, annelik dünyanın en olağanüstü tecrübesi, ama diğer taraftan
da akılla yapılacak bir iş değil!
Bir kere uykusuzluğa tahammül edebilme, gecenin bir vakti uyandıktan
sonra tekrar uyuyabilme becerisini kazanmaktır annelik.
Çocuğu uyuturken uyuyakalmak, bir anda uyanıp panikle koşarak babanın
kucağında sırıtan “sen”i görüp de “oh” demektir.
Gaz çıkarmaktan daha mühim bir hadise olamayacağına aylarca inanmak
ve her saat, bıkmadan bir karpuzu kucağında dolaştırabilmektir.
Bezden kurtulduğuna sevinip, olur olmadık yerlerde tuvalet ararken
söylenmektir.
Her gün bir ahtapotu giydirme mücadelesi vermektir.
Ocağın, basamakların, prizlerin, bıçakların, arabaların yani evdeki
ve sokaktaki muhtelif şeylerin aslında birer potansiyel cani olduklarını
fark etmektir!
Sadece zeytinyağlıların değil tüm yemeklerin soğuk yenebileceğini
öğrenmektir. Ucu ısırılmış, hatta biraz çiğnenip tükürülmüş yemekleri
dahi atılmasın diye yiyebilmektir!
Üç günlük bebeğe bakıp da “ileride nasıl birine aşık olacak acaba?”
kıskançlığını yaşamak ve onu üzen erkeğe ya da kadına yapabileceklerini
düşünme manyaklığıdır!
Hafta sonu, akşam, tatil gibi sosyal programları ayarlarken “nereye
gidelim?”den önce “çocuğa kim bakacak?” ya da “çocukla beraber gidilebilir
mi?” sorularının cevabını bulmaktır.
Kavgayı da, romantizmi de, tutkuyu da, sarhoşluğu da, üzüntüyü de,
kızgınlığı da uyku saatine denk getirebilmektir!
Arkadaşlarının doğum günlerinde, parklarda, salıncakta, su kaydırağında
asla yorgun düşmemek, tersine eğlenceye katılmaktır.
Konuşmayı, yürümeyi, çatal bıçak kullanmayı sil baştan öğrenmektir.
İlk kelimesi “anne” olsun diye gizli gizli mücadele sürdürmektir.
İlk adımlarını attığında sevinçten ağlamak, sonra da sokakta dilin
dışarda peşinden koşarken, onu bağlama isteğini şiddetle hissetmektir!
Hastalandığında, “iyileşsin de yeter ki yaramazlık yapsın” diye
dua etmek, üç gün sonra bu duayı hafızandan silmektir.
Okulu, dersi, sınavı derken yeniden öğrenci olmaktır.
Bitmez tükenmez sorulara yanıt aramak, içinden çıkamayınca da babasına
satmaktır!
Ama bütün bunlar yüzünden “birkaç gün gitsem de kafamı dinlesem” derken,
birkaç saat içinde bile deli gibi özlemektir…
Ayrı kaldığında üzerinden çıkan kıyafete sarılıp da yatmaktır…
Kokusunu şişeye koyup da parfüm yapmayı düşünmektir…
Birlikte yaramazlık yaparken, şahane kahkahalar atmaktır…
Acısını, gözyaşlarını kendi içine çekmeyi istemektir… Gerekirse
karşılıklı ağlayarak özür dilemektir…
Her gün geleceğe dair hayal kurmaktır…
Birini kendinden çok sevmektir… “Seni seviyorum” diye boynuna sarıldığında,
dünyanın en zengin insanı gibi hissetmektir.
En kötü gününde bile asla pes edemeyeceğin bir nedenin olduğunu
bilmektir…
Yani her gün küfretmekle şükretmek arasında gidip gelen bir delilik
halidir…
Dedim ya, o nedenle de annelik akılla değil, ancak yürekle yapılacak
iştir…
Hayatımın en büyük macerası için teşekkür ederim gün yüzlüm…
İyi ki varsın, iyi ki her gün böyle delirtiyorsun beni…
Annen