29 Ocak 2010 Cuma

EFLATUN'A SORMUŞLAR :

İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?

Eflatun tek tek sıralamış:
"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler...
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."

Sıra gelmiş ikinci soruya;"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece
kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR."

Atatürk Neden Büyük?

Meclis konusmasindan . Is bankasi kültür yayinlari: TBMM Gizli celse zabitlari cilt-3) 6 Mart 1922
Mustafa Kemal
"... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nin en önemli devletleri, Türkiye'nin zarariyla, Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çikmislardir. Bugün bütün dünyayi etkileyen, milletimizin hayatini ve ülkemizi tehdit altinda bulunduran, en güçlü gelismeler, Türkiye'nin zarariyla gerçeklesmistir. Eger güçlü bir Türkiye varligini sürdürseydi, denebilir ki Ingiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacakti. Türkiye, Viyana'dan sonra Peste ve Belgrat'ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, Italya, Almanya'da, ayni kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini gelistirmisler ve güçlendirmislerdir."
"... Bir seyin zarariyla, bir seyin yok olmasiyla yükselen seyler, elbette, o seylerden zarar görmüs olani alçaltir. Gerçekten de Avrupa'nin bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlasmasina karsilik, Türkiye gerilemis, düstükçe düsmüstür. Türkiye'yi yok etmeye girisenler, Türkiye'nin ortadan kaldirilmasinda çikar ve hayat görenler, zararli olmaktan çikmislar, aralarinda çikarlari paylasarak, birlesmis ve ittifak etmislerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasinda yogunlastirilmistir. Ve bu yogunlasma, yüzyillar geçtikçe olusan
kusaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüsmüstür. Ve bugelenegin, Türkiye'nin hayatina ve varligina araliksiz uygulanmasi sonucunda, nihayet Türkiye'yi islah etmek, Türkiye'yi uygarlastirmak gibi birtakim bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatina, iç yönetimine islemis ve
sizmislardir. Böyle elverisli bir zemin hazirlamak güç ve kuvvetini elde etmislerdir."
"...Oysa güç ve kuvvet, Türkiye'de ve Türkiye halkinda olan gelisme cevherine, zehirli ve yakici bir sivi katmistir. Bunun etkisi altinda kalarak, milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmustur. Artik durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan
nasihat almak, bütün isleri Avrupa'nin emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakim zihniyetler ortaya çikti. Oysa hangi istiklal vardir ki yabancilarin nasihatlariyla, yabancilarin planlariyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemistir . Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkisanlar, zehirli sonuçlarla karsilasmislardir. Iste Türkiye de, bu yanlis zihniyetle sakat olan bazi yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyil, biraz daha çok gerilemis, daha çok
düsmüstür."
"...Bu düsüs, bu alçalis, yalniz maddi seylerde olsaydi, hiçbir önemi yoktu. Ne yazik ki Türkiye ve Türk halki, ahlak bakimindan da düsüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Dogu ' maneviyati'yla sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Dogu'yla Bati'nin birlestigi yerde bulundugumuz, Bati'ya yaklastigimizi zannettigimiz takdirde, asil mayamiz olan Dogu 'maneviyati'indan tamamiyla soyutlaniyoruz. Hiç süphesizdir ki bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çikmazina itmekten baska, bir sonuç beklenemez (bundan)."
"... Bu düsüsün çikis noktasi korkuyla, aczle baslamistir. Türkiye'nin, Türk halkinin nasilsa basina geçmis olan birtakim insanlar, galip düsmanlar
karsisinda, susmaya mahkûmmus gibi, Türkiye'yi âtil ve çekingen bir halde tutuyorlardi. Memleketin ve milletin çikarlarinin gerektigini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye'de fikir adamlari, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardi . Diyorlardi ki "Biz adam degiliz ve olamayiz. Kendi kendimize adam olmamiza ihtimal yoktur." Bizim canimizi, tarihimizi, varligimizi bize düsman olan, düsman oldugundan hiç süphe edilmeyen Avrupalilara, kayitsiz sartsiz birakmak istiyorlardi. 'Onlar bizi idare etsin' diyorlardi."
(Meclis konusmasindan.)
...Bilelim ki, ulusal benligini bilmeyen uluslar, baska uluslara yem
olurlar.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarları na döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik KENTER

15 Ocak 2010 Cuma

Nazım'dan...


24 Eylül 1945 
En güzel deniz: 
Henüz gidilmemiş olanıdır. 
En güzel çocuk: 
Henüz büyümedi. 
En güzel günlerimiz: 
Henüz yaşamadıklarımız. 
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: 
Henüz söylememiş olduğum sözdür... 



Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın,
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani bütün işin gücün yaşamak olacak


Seviyorum Seni 
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi 
Geceleyin ateşler içinde uyanarak 
Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi, 
Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, 
Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi. 
Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi. 
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık 
İçimde kımıldanan birşeyler gibi 
Seviyorum seni 'yaşıyoruz çok şükür' der gibi. 


DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardesim,
korkak bir karanlik içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardesim,
serçenin telasi içindesin.
Midye gibisin kardesim,
midye gibi kapali rahat.
Ve sönmüs bir yanardag agzi gibi korkunçsun, kardesim.
Bir degil,
bes degil,
yüz milyonlarlasin maalesef.
Koyun gibisin kardesim,
gocuklu celep kaldirinca sopasini
sürüye katiliverirsin hemen
ve adeta magrur, kosarsin salhaneye.
Dünyanin en tuhaf mahlukusun yani,
hani su derya icre olup
deryayi bilmiyen baliktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eger ve hala
sarabimizi vermek
için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-demege de dilim varmiyor ama-
kabahatin çogu senin, canim kardesim

demiş
NAZIM HIKMET

3 Ocak 2010 Pazar

HAYATTAN NE ÖĞRENDİM - Hz. MEVLANA

Hayattan ne öğrendim?
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim...
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.
* * *
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an öldüğünü;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
* * *
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
* * *
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
* * *
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi.....
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
* * *
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
* * *
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
* * *
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. ..
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
* * *
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana.....
* * *
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
* * *
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
* * *
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
* * *
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
* * *
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının,
yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
* * *
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
****
****
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
MEVLANA

2 Ocak 2010 Cumartesi

Bir Zamanlar Maziye Bak

Bir Zamanlar Maziye Bak / Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR

Bugünün karmaşa ortamında yaşayan talihsiz gençlerine, metroya göğüs göğüse girerken anlatıyorum. Hikâye gibi. “Bizim gençliğimizde tramvaylar vardı. Girince oturmazdık, nasıl olsa biraz sonra bir büyük gelecek diye. Maçlara giderdik. Şeref Stadı, Dolmabahçe, Fenerbahçe. Biletimizi alıp giriyorduk içeri. Yanımızda kim oturuyor, hangi takımı tutuyor, hiç böyle bir sorunumuz yoktu… Kavga yok, sopa yok, bıçak yok. Ayrı takımları tutanlar şakalaşıyoruz maçtan çıkarken. Kadırga talebe yurdunda kalıyordum. Çeşitli fakültelerden öğrenciler var, çalışıyor yoruluyoruz. İçimizden biri ‘Hadi çocuklar şöyle bir keyif yapalım, Beyoğlu’na çıkalım’ diyor. Sevinçle giyinmeye gidiyoruz. Hazırız, bir kişi eksik, o geliyor biraz üzgün. ‘Çocuklar ben sizinle gelemem, doğru dürüst bir gömleğim, kravatım yok’ diyor.”

Anlattıklarıma gençler gülüyorlar. Kadırga’da tren yolunu aşınca pırıl pırıl bir deniz, tertemiz. Atla içine, istersen sandalla açıl. Geceleri sandalla Çakıl Gazinosu’na uzanabiliyoruz. Müzeyyen Senar şarkı söylüyor orada, içeri giremeyiz ya. Ama onu denizden sandalda dinlememize kim engel olabilir? “Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik…” O aynı sandalla 1 Mayıs’ta kürek çekerek adalara gidip geliyoruz. Kayıkçılar deli olacaktı bu cüretkârlığımız karşısında. Kadırga yokuşunu tırmanıp tıp fakültesine varınca dünyanın ünlü bilim insanlarını dinliyoruz. İstanbul Üniversitesi Alman faşizminden kaçan bu büyük bilimcilere kucak açmış. Ne kadar şanslıyız. Eric Franc’ı, Winterstein’ı, Schawartz’ı dinlemek ne ayrıcalık!..

Çocuklar, daha gerilere gidersek çocukluğumda Urfa’da tiyatro seyrediyoruz, yüzme yarışları izliyoruz. Annemin ve babamın da aralarında olduğu o eli öpülesi öğretmenler sahnede… Schuman, Offenbach, Schubert fon muziği. Kim Türktür, kim Kürt, kim Arap, kim Yahudi, yok böyle bir soru. Ne bileyim ben, etnik kökenimi niye araştırayım? Annem gâvur İzmir’den gelmiş, babamın sülalesi Divriği’den… Emperyalizme karşı hep birlikte ilk bağımsızlık savaşını vermiş Anadolu halkındanım, övünüyorum bununla. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal bir ümmet toplumundan bir ulus yaratmış. Buna Türk milleti deniyor, alt kimlik üst kimlik yok o yıllarda. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalar önünde eşit vatandaşları var. İnsanım her şeyden önce. İnsan gibi yaşamak istiyorum, uygarca, sömürüsüz bir dünyada… Atatürk adı verilmiş mucize bir insan var tüm cihanda saygı uyandıran. “İnsanlık idealinin âşık ve mümtaz siması…” O bize yüzyıllarca yoksun kaldığımız çağdaşlığın, aklın, bilimin yolunu gösteriyor. Anzaklara seslenerek hümanizmin en yüce örneğini veriyor. Çocuklar, şu elimde tuttuğum Cumhuriyet gazetesinin tirajı yıllar içinde 120 bine çıkıyor. Bu gazete aklın, bilimin, uygarlığın, sanatın, emeğin, emekçinin savunucusu. Onun için de Atatürkçü. İnsanlarımızın çağdaşlığa özlemi var, yavaş yavaş bir ümmet toplumu olmaktan kurtuluyoruz, birey yaratıyoruz. Özgür düşünebilen bilinçli yurttaş yetiştiriyor Türkiye Cumhuriyeti. Evet, sonra ne oluyor da bugünkü büyük kargaşanın, büyük kaosun içine düşüyoruz?.. Bu uzun bir hikâye çocuklar. Çok partili düzene nasıl girdik? Aydınlanma, çağdaşlaşma çabaları nasıl engellendi, hangi uğurda yapıldı bu? İktidara gelenler Türkiye’yi 60 yıldan beri nasıl yönettiler? Köy Enstitüleri, Halkevleri yıkılmasa, öğretim birliği yok edilmese idi, toprak reformu yapılsa, feodal düzene son verilseydi bugünlere gelir miydik?.. Ülke nasıl böyle kamplara bölündü?..

Yakın tarihimizi çok iyi okumanız, öğrenmeniz lazım çocuklar. Onu size okullarda anlatmıyorlar, Kurtuluş Savaşı nasıl verildi, hangi koşullarda, cumhuriyet devrimleri nasıl gerçekleştirildi, öğrenmiyorsunuz… Onun için bugünü iyi değerlendiremiyorsun uz. Çağdaş değerlerden, aydınlanmadan, bağımsızlık ülküsünden uzak düşmüş, koltuk ve iktidar düşkünü politikacılar bu güzelim ülkeye ve onun halkına çok pahalıya mal oldular ve olmakta devam ediyorlar. Bugün çok sözü edilen askeri darbeler bu politikalardan bağımsız değildir. Bu kâbustan, bu karanlıktan çıkmamız lazım, sizin kuşaklara büyük görev düşüyor...

http://www.ilk-kursun.com/2009/12/bir-zamanlar-maziye-bak/