28 Mayıs 2010 Cuma

FİLMAJANDA-------The Rock (1996)

Bir grup asi deniz komandosu, kimyasal silahlarla birlikte Alcatraz adasını ele geçirir ve turistleri rehin alırlar. Liderleri, eski bir savaş kahramanı olan bir generaldir. Gizli operasyonlarda ölen askerlerin ailelerine ödenmek üzere 100 milyon dolar fidye isterler. Aksi takdirde San Fransisco körfezini kimyasal silahlarla bombalayacaklardır. Onları durdurabilecek iki kişi, Alcatraz'dan kaçabilmiş tek mahkum (Sean Connery) ve bir kimyasal silah uzmanı (Nicolas Cage) zamana karşı ölümcül bir mücadeleye girişirler.



Oyuncular
Sean Connery (John Patrick Mason) , Nicolas Cage (Dr. Stanley Goodspeed) , Ed Harris (General Francis X. Hummel) , John Spencer (FBI direktörü James Womack) , David Morse (Albay Tom Baxter) , William Forsythe (Ernest Paxton)
 Yönetmen : Michael Bay
 
 
 
 

22 Mayıs 2010 Cumartesi

HAYATINIZ SEÇTİĞİNİZ KADINDIR

Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman Generale :

-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var , der. 'Kadınlar hayatta en çok ne ister?' budur bilmek istediğim....... Bu sorunun yanıtını getir kurtar kelleni der.

General sorar soruşturur bu çetin sorunun yanıtını aramaya başlar ve Kafdağındaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir.... Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı bulur ve sorar:

-Kadınlar hayatta en çok ne ister?
Korkunç cadı yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki yenilir yutulur cinsten değil.....

-Evlen benimle!!!!.....O zaman öğrenirsin ancak istediğini....

Bu ölümcül teklifi kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz koşar Harun Reşit'e ve :

-Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister!..

Harun Reşit Generalin hayatını bağışlar ancak cadıya da evlenmek için söz vermiştir.Neyse evlenirler. İlk gece General bir bakar ki , o korkunç cadı dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş karanlık odada..... Konuşur cadı :

- Benim kaderim böyle.... Günün sadece yarısı güzel olabilirim , diğer yarısı çirkinim der.
Ne dersin? Geceleri seninleyken mi güzel olayım ,yoksa gündüzleri dışardayken mi?.....

General düşünür ve :sen bilirsin kararı kendin ver der.
İşte o an korkunç cadı sonsuza dek güzel bir kadın olarak kalır....

Peki bu öyküden çıkarılacak 3 ders nedir???

1.Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.
2.Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın her zaman güzeldir.
3.İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın aslında bir cadıdır. :)

Hayatınız seçtiğiniz kadındır.......
Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,
bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz ,
zeki bir kadına rastlarsanız zekanız gelişir.
Hayat kat kattır.
Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir
ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.
Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara ,
gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası ,
manzarası ve hayatıdır.....
Hayatınız seçtiğiniz kadındır......

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Dostlar Irmak Gibidir - Can Baba'dan....


DOSTLAR IRMAK GİBİDİR…
KİMİNİN SUYU AZ, KİMİNİN ÇOK ,
KİMİNDE ELLERİNİZ ISLANIR YALNIZCA,
KİMİNDE RUHUNUZ YIKANIR BOYDAN BOYA …
İNSANLAR VARDIR;
ÜSTÜ NİLÜFERLERLE KAPLI, BULANIK BİR GÖL GİBİ…
NE KADAR UĞRAŞSANIZ GÖRÜNMEZ DİBİ.
UZAKTAN GÖRÜNÜŞÜ ÇEKİCİ, ALDATICI,
İÇİNE DALDIĞINIZDA NE KADAR  YANILTICI... .
NE ZAMAN NE GELECEĞİNİ BİLEMEZSİNİZ;
SOKULMAKTAN KORKARSINIZ, GÜVENEMEZSİNİZ!
İNSANLAR VARDIR;
DERİN BİR OKYANUS...
İLK ANDA ÜRKÜTÜR, KORKUTUR SİZİ.
DERİNLİKLERİNDE SAKLIDIR GİZİ,
DALDIKÇA ANLARSİNİZ,
DALDIKÇA TANIRSINIZ;
YANINDA KENDİNİZİ İÇİ BOŞ SANIRSINIZ.
İNSANLAR VARDIR, COŞKUN BİR AKARSU...
YAKLAŞMAYA GELMEZ, ALIR SÜRÜKLER.
TUTUNACAK YER GÖSTERMEZ BEYAZ KÖPÜKLER!
NE ZAMAN NEREDE BIRAKACAĞI BELLİ OLMAZ;
BU TİP İNSANLA BİR ÖMÜR DOLMAZ.
İNSANLAR VARDIR; SAKİN AKAN BİR DERE...
İNSANI RAHATLATIR, HUZUR VERİR GÖNÜLLERE.
YANINDA OLMAK BAŞLI BAŞINA BİR MUTLULUK.
SESİNDE, GÖRÜNTÜSÜNDE TATLI BİR DURGUNLUK.
İNSANLAR VARDIR; ÇEŞİT ÇEŞİT, TİP TİP.
HER BİRİ BAŞKA BİR KARAKTERE SAHİP.
GÖRMELİ, İNCELEMELİ, DOĞRUYU BULMALI.
HER ŞEYDEN ÖNEMLİSİ İNSAN, İNSAN OLMALI...
İNSANLAR VARDIR; BERRAK, PIRIL PIRIL BİR DENİZ.
BOŞA GİTMEZ NE KADAR GÜVENSENİZ.
DİBİNİ GÖRÜRSÜNÜZ HER ŞEY MEYDANDA.
KORKMADAN DALARSINIZ, SİZİ SARAR BİR ANDA.
İÇİ DIŞI BİRDİR ÇEKİNME ONDAN.
HER SÖZÜ İÇTENDİR, HER DAVRANIŞI CANDAN... 



Can YÜCEL


17 Mayıs 2010 Pazartesi

Edebiyat dersinden UEFA Kupasına!

1905 yılının bir Kasım gününde rüzgâr, Edebiyat öğretmeni Mehmet Ata Bey’in Galatasaray Lisesi’nde ders anlattığı sınıfın penceresine doğru savurur , Sonbahar’ın sarı yapraklarını...




Bir kaç öğrenci, pencere  pervazındaki cam çivisine takılı bir yaprağın titreşimi gibi heyecanlı ve fısıltı halinde konuşmaktadır kendi aralarında. Öğrencilerden biri “Kamus-u Alem”in yazarı Şemseddin Sami Bey’in oğlu olan Ali Sami’dir. Dersin bitiş zili çaldığında ,  öğretmen çantasını, Ali Sami ise bir futbol takımı kurmaları konusunda arkadaşlarını toparlamıştır.

Edebiyat dersinde kurulan takım, ilk karşılaşmasını yapmak üzere sahaya çıktığında henüz bir adı yoktur! Rakip takımın oyuncuları kendilerine “Galatasaraylılar" diye seslenince , öğrenciler futbol takımına aradıkları adı da bulmuş olurlar: Galatasaray!..

O yıllarda en güzel kumaşlar Sultanahmet’teki “Şişman Yanko"’nun mağazasında satılmaktadır. Forma yaptırmak isteyen Ali Sami ve arkadaşlarını, beğendikleri kumaş toplarını raflardan indirtirken görürüz. Futbol takımına renk olarak kırmızı ve beyazı seçmişlerdir ama sarayın adını taşıyan bir okul öğrencilerinin ulusal renklerle sahaya çıkıp top oynamaları rahatsızlık yaratmıştır.Bu yüzden , Şişman Yanko’nun mağazasında yeni renklerini ararlar. Bir öğrencinin , tezgâhtarın raftan gelişigüzel indirerek üstüste koyduğu iki kumaş topunu “Şuraya bakın" diye bağırarak göstermesiyle takımın rengine karar verilir. Kumaş toplarından biri sarı , diğeriyse kırmızı renktedir.

İstiklal Caddesi’nin çift yönlü olarak trafiğe açık olduğu günlerin birinde  , arka arkaya sıralanan arabaların korna seslerini duyarız . Ne olduğunu anlamak isteyen sürücüler arabalarından inerek Galatasaray Lisesi’nin önüne doğru bakmaktadırlar. Sarı - kırmızı renklere en tutkulu taraftar olan Şevki Güney, lisenin önünde durdurduğu 1948 model taksisinin üstüne çıkmış , bir heykel gibi hiç kımıldamadan yumruk yaptığı sağ eliyle Ali Sami Bey ve arkadaşlarının anısına selam vermektedir.

Şevki Güney aynı hareketi tribünde de sergiler. 90 dakika boyunca bir heykel gibi hiç kımıldamadan Galatasaray’ı selamlayan Şevki Güney , İETT’de şoförlük yaptığı yıllarda , mendil cebine yerleştirdiği su dolu küçük bir şişenin içine çiçekler koyarak geçer direksiyon başına. Amirin biri “ Ya çiçekler ya işin” diyerek azarlar Şevki Bey’i. Bunun üzerine basar istifayı ve taksicilik yapmaya başlar.

Lakabı “Karıncaezmez” olsa da , Galatasaray’ın kötü maçlar oynadığı bir sezonda , Fenerbahçe’ye yenildikleri bir maç sonrasında , uğursuz sayılarak tribünden aşağı itilir Şevki Güney. Kolu kırılan Karıncaezmez Şevki bir sonraki maça alçılı koluyla gelir. Ne var ki , öfkeli taraftar onu stadyuma sokmamakta kararlıdır. İnönü Stadyumu’nun bir kısmının görüldüğü yamaca çıkar Karıncaezmez Şevki. Kırılan selam verdiği sağ elidir üstelik. Elini alçıdan çıkarı ve yağmur altında yukarıya kaldırır. Doktorların tüm uyarılarına karşı haftalarca sürer bu durum. O asla kimseye kırgın değildir , her zaman olduğu gibi küfür etmeden , döner bıçağı taşımadan , sahaya çakmak ya da bozuk para atmadan Galtasaray’ı selamlamaktadır. Ta ki , iyileşmeyen sağ kolu kangren olup kesilene kadar.

Galatasaray’ın UEFA kupası finaline yaklaştığı 2000 yılının 23 Mart günü , yaşamın bitiş düdüğü çalar Karıncaezmez Şevki için. Kısa bir süre sonra da , UEFA kupası Galatasaraylı futbolcuların ellerinde yükselir. Hiç kimse , Arsenal’i yenerek şampiyonluğun kazanıldığı final gecesi çekilen fotoğraflarda , fazladan bir sağ el olduğunu farketmez!

Başarının Avrupa’da söz sahibi olduğuna şartlandırdık kendimizi. Bu yüzden , yapıldığı yıldan beri Boğaz Köprüsü’nü , Avrupa’ya uzanan bir el olarak gördük.  Bir Avrupa Kupasına uzanan ilk takımımız olan Galatasaray’ın unutulmaz golcüsü Metin Oktay ne gariptir ki çocukların Andersen masalları dinleyerek uykuya daldıkları bir gecenin geç saatlerinde, arabasıyla Boğaz Köprüsü’nde yaptığı kazada yaşama yummuştur gözlerini. Metin Oktay’ın öldüğü yıllarda , Galatasaray’ın , ünlü yazar Hans Christien Andersen’in yaşadığı kent olan Kopenhag’da final oynayacağı ve kazanacağı söylenseydi , bu söz herkese masal gibi gelirdi.

. . . . . . .

. . . . . . .

. . . . . . .

. . . . . . .

Ali Sami Bey’in bir Edebiyat dersinde kurduğu takımın adının , ilk maçı oynadıkları rakip takımın oyuncuları tarafından konduğunu yazmıştık. Galatasaray’ın ilk maçtaki rakibi “ Kadıköy Frerler Mektebi”dir.   .........................  , yani bugünkü adıyla Saint Josephe Lisesi’dir. 



Sunay Akın’ın  İSTANBUL’DA BİR ZÜRAFA adlı kitabından alıntıdır.,


Karıncaezmez Şevki hakkında yazılanlar ilgili 2 tane link:


http://www.uaeyupsultan.com 

ULTRASLAN 

13 Mayıs 2010 Perşembe

İnşallah derse yakaran , inşa eder Yaradan


Dua etmeye değişik bir bakış açısı getirmişler . Çok güzel ... (Arda)


" İnşallah derse yakaran , inşa eder Yaradan "

Benimle olduğunu zannettiklerim benden izin almadılar ki hayatıma girerken izin alarak çıksınlar . İzin alarak sahiplenmedim ki izin vererek bırakayım . Kıtlıktan çıkmış ırgat gibi saldırırken tarlaya düşünmeliydim . Bunların bir sahibi olacaktı aslında . Gelip el koyacaktı tarlasına . Ta ki ben kim olduğumu hatırlayayım . Ve böylece tarladan çıkıp kalakalınca ortada . Aslıma dönüp kendime geldim haddimi bildim . Her olayın merkezi sandım kendimi başrol oynadığıma kandığımdan beri. İşsiz güçsüz bir ırgattan pek de farklı değilmişim meğer . Gözümde büyütüp kendimi işe yarar bildiğim ben o ahmak adamın yaptığını yapmışım yıllarca : Hani gemiye binmiş yüküyle de yol boyunca sırtından indirmemiş .. Dert edindiklerim , yük bildiklerim bırakıversem kendi hallerine gideceklermiş. Sahiplenmeseymişim onları , sadece "emanet bırakıldıklarını" hatırlasaymışım , bu kadar yükün altında ezilmeyecekmişim.

Bunca şeyi anlayınca , " inşallah" çoktan dilimin en zarif duası oldu . Yeniden kabul edilmenin beklentisiyle "inşallah" derken içten içe , ne  sunulan tarlalara baktım ne de başka bir şeye . Zaten iyisinden bir tevekkül borçluyum Rabbime . Sen de yeter ki onu an , çünkü "İnşallah" derse yakaran inşa eder Yaradan…..

12 Mayıs 2010 Çarşamba

FIRTINADA UYUYABİLİR MİSİN ?

Çok güzel bir hikaye;Ne mutlu uygulayabilene…

Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik  satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu.  Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde  çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce  çalışmaktan vaz geçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi  olur diyorlardı.
 
Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın  haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi  çiflik sahibi. 'Sayılır' dedi adam, 'fırtına çıktığında uyuyabilirim'.  Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boşverip çaresiz adamı işe aldı.  Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü  de görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar:
 
Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: 'Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Herşeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.' Adam  yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boşverin efendim, gidin  yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim  ya.' Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu  kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.
 
Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: A-aa! Saman balyaları  birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı
desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı  kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına  yattı. Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini
kapatırken mırıldandı: 'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'
 
Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), mânen, maddeten (tedbir)  hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz. Hayatınız boyunca.
    

KIZGINLIKLA KARAR ALMAYIN,
MUTLULUKTAN UÇTUĞUNUZDA SÖZ VERMEYİN.
İKİSİ DE SARHOŞLUK ÂNIDIR,
AKIL BAŞTA DEĞİLDİR.

FİLMAJANDA-------İngiliz Hasta - The English Patient (1996)

İngiliz Hasta, 1992'de yayımlanmış olan Michael Ondaatje romanından uyarlanmış Oskar ödüllü bir film. Ayrıca romanı da ilgi çekici kurgusundan dolayı Kanada'da devlet tarafından verilen önemli ödüller kazanmıştır. Film ise 1996 yılında vizyona girmiştir. Filmin yönetmenliğini Anthony Minghella yapmıştır. Film 1996 yılında en iyi film de dahil olmak üzere 9 dalda Oskar ödülü kazanmıştır. Ek olarak, romanın yazarı Ondaatje de film yapımcıları ve senaristler ile birlikte çalışmış ve filmin romandan uyarlanma aşamasında önemli katkılarda bulunmuştur.

Film, II. Dünya Savaşı İtalya'sından Kuzey Afrika'nın savaş öncesi çöllerine kadar aşk, benlik ve savaşın öyküsünü anlatıyor.


Minghelle, film boyunca aşkın farklı türlerini getiriyor karşımıza; Hana'nın hastasına duyduğu şefkat, Kip ile yaşadığı yoğun aşk, Almasy ile Katherine'in ilişkisi ve Almasy'nin milliyetçi tutkular yüzünden mahvedilen çöle duyduğu sevgi...
Tüm bu farklı hikayeleri başarılı senaryo geçişleri ile gerçekleştiren film, yönetmen Anthony Minghelle ile Juliette Binoche'un ilk ortak çalışması.


Oyuncular
Ralph Fiennes , Juliette Binoche , William Dafoe , Neaveen Andrews , Kristin Scott Thomas , Naveen Andrews , Colin Firth , Julian Wadham , Jürgen Prochnow


Ödülleri

1997 Oskar Ödülleri

  • Ödül, En İyi Film
  • Ödül, En İyi Yarımcı Kadın Oyuncu : Juliette Binoche
  • Ödül, En İyi Sanat Yönetmeni :(Stuart Craig and Stephanie McMillan)
  • Ödül, En İyi Sinematografi (John Seale)
  • Ödül, En İyi Kostüm : (Ann Roth)
  • Ödül, En İyi Yönetmen :(Anthony Minghella)
  • Ödül, En İyi Film Montajı :(Walter Murch)
  • Ödül, En İyi Müzik: (Gabriel Yared)
  • Ödül, En İyi Ses :(Walter Murch, Mark Berger, David Parker, and Christopher Newman)

 

Altın Küre(A.B.D)

  • Ödül, En İyi Film - Dram
  • Ödül, En İyi Original Score - Motion Picture (Gabriel Yared)

1997 Bafta Awards, UK

  • Ödül, En İyi Film
  • Ödül, En İyi Sinematografi (John Seale)
  • Ödül, En İyi Montaj (Walter Murch)
  • Ödül, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:(Juliette Binoche)
  • Ödül, En İyi Uyarlama - (Anthony Minghella)
  • Ödül, En İyi Muzik (Gabriel Yared)

11 Mayıs 2010 Salı

İKİ ŞEY


İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu
 
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek
 
İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek
2- Hak yememek
 
İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)
 
İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:
1- İradeye hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey 'Ekstra Değer' katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek
 
İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik
 
İki şey kaşif yapar:
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik
 
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın  yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak
 
İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek
 
İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık
 
İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek
 
İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
2- Felakete odaklanmış olmak
 
İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)
 
İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1- Anne
2- Baba
 
İki şey geri alınmaz:
1- Geçen zaman
2- Söylenen söz
 
İki şey ulaşmaya değerdir:
1- Sevgi
2- Bilgi
 
İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1- Nefes alabilmek
2- Nefes verebilmek

10 Mayıs 2010 Pazartesi

KAVAK--- MUTLU YILLAR SANA KAVAK AĞACI


01 MAYIS  - 14  MAYIS         KAVAK--- MUTLU YILLAR SANA KAVAK AĞACI

KAVAK : ( TATMİNSİZ ) Fazla kendine güvenmeyen, sadece gerektiği zaman cesaretli olan biridir. Arkasının güçlü olmasını ve sıkı insanlarla muhatap olmasını sever. Çok seçicidir. Genellikle yalnızdır. Artistik bir doğası vardır. Kin tutar. İyi bir organizatördür. Felsefik takılmayı sever. Ama her durumda ona güvenilebilen biridir. İlişkilerini de çok önemser.

Hayatın Anlamı

eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
ikincisinde daha çok hata yapardım.
kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
temizlik sorun bile olmazdı asla.
daha çok riske girerdim,
seyahat ederdim daha fazla.
daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır,
daha çok nehirde yüzerdim.
görmediğim bir çok yere giderdim.
dondurma yerdim doyasıya,
daha az bezelye.
gerçek sorunlarım olurdu
hayali olanların yerine.
yaşamın her anını gerçek ve
verimli kılan insanlardan olurdum.
farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
anlar, sadece anlar, siz de 'an' ı yaşayın.
hiçbir yere, yanına: termometre, su, şemsiye ve
paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.
yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda, papuçlarımı atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayakla.
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer...
ama işte, 85' imdeyim ve biliyorum...
ölüyorum...
jorge luis borges





9 Mayıs 2010 Pazar

HAYAT NEDİR?


Eski zamanlarda Hint İmparatoru, satranç oyununu yanında bir mektup ile hediye olarak Pers İmparatoruna göndermiştir.  Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj
yazmıştır;
'Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O
kazanır. İşte hayat budur...'
Pers İmparatoru donemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her tas hareketini ve oyunu çözer, daha sonra da on günde tavlayı icad eder ve  imparatora sunar. Pers imparatorunun bas veziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu, dünyanın en popüler oyunlarından biridir.

Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici:
-Senenin birliği olarak tavla bir tanedir;
-4 köşesi 4 mevsimi,
-tavlanın içindeki karşılıklı  6'sar hane 12 ayı,
-pulların toplamı ayin 30 gününü,
-siyah-beyaz pullar gece ve gündüzü,
-karşılıklı 12'ser hane günün 24 saatini simgeler...

Hint İmparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır :
*'Evet, Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. AMA BIRAZ DA SANS GEREKİR. İşte hayat budur...'

Yürek dediğin...


Babası öldü.
Yetim büyüdü.
Üvey evlat oldu.
Tutuklandı.
Hapse atıldı.
Sürüldü.
İşsiz kaldı.
(Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne: Harcamalarım
fazla değil, zira gelirim hep az.)
Hastalandı...
Böbreklerinden.
Vuruldu...
Göğsünden.
Mesleğinden atıldı.
İdama çarptırıldı.
Kardeşleri öldü.
Çocuğu olmadı.
Boşandı.
Karaciğeri iflas etti.

Evet, bu insan
Mustafa Kemal Atatürk

Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın... Anlatın ki, o yetimin,
evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.

Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan
ibaret değil çünkü...
Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.

İşte liste yukarıda.
Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse, gelmiş...
Bunu anlatın.
Direnen...
Teslim olmayan ruhu anlatın.

Korkmasınlar engellerden.
Korkmasınlar yalnız kalmaktan.
Korkmasınlar işsizlikten.
Korkmasınlar parasızlıktan.
Korkmasınlar alçaklardan.
Korkmasınlar doğrulardan.

Yürek dediğin...
Sadece organ değil arkadaş.
Bunu anlayın!!!

8 Mayıs 2010 Cumartesi

GERÇEK DOSTLARA


Hani, diyorum da, insanın gerçekten mükemmel bir dostu olsa...
"Onu", şöyle, içine sindire-sindire, kocaman bir sarılsa...
Yüreklilikle  söylediğiniz... "Canım  benim!.. dediğiniz...
Telefonda bile saatlerce  konustuğunuz,  sıcacık biri...
Özlediğinizde,  hayal  kurduğunuzda   yanınızda o var mı?
Sizi hiç yalnız   bırakmayan biri...
Cesur, sempatik, azimli, kararlı,..
Arayan, soran, "Seni özlüyorum" diyen biri.
Böyle bir canlı  ile her  şeyi  konuşabilir, paylaşabilirsiniz.
Yanıltmaz!
Anlayışla  karşılar her şeyi...
Hataları,   günahları-sevapları,   her bir  şeyi konuşabilirsiniz onunla...
Bir arayış  içinde olmanıza gerek yoktur.
O kendiliğinden   çıka gelir zaten. Bir gün bir bakarsınız, karşınızda...
Bir de bakmışsınız   sımsıcak  sohbetler, derin konular, sırlar,paylaşımlar...
Kimseye   söyleyemediğinizi,   en   yakınınıza anlatamadığınızı,geçmişteki izleri,  geleceğe   dairlerinizi,  sadece ona anlatır olursunuz.
Kadın,   erkek   fark etmez.
Bir dost bulun!  Ama gerçek olsun.
Aradığınızda   işinizi   değil,   sizi soran...
Kötü gününüzde ev sahibi,  iyi gününüzde  kiracınız olsun.
Anlatsın,   konuşsun,   açık-seçik,   korkmadan yaşasın.
Güvensin!
Cinsiyeti olmasın!   
Bir kartal kadar haşin,   bir maymun kadar şaklaban, bir ceylan kadar narin olsun.
Doğruları   söylesin.  Gözleriyle ve kalpten konuşsun.
Yaşasın!    Doya doya yaşasın,  doya doya  yaşatsın.
Beyninden değil,  yüreğinden versin.
"Olsun varsın! Paylaşırım." desin.
Bir dostunuz olsun.
Sizi ve benliğinizdekileri paylaşsın...  Dost olsun!
Ama...
Gerçek bir dost..

H O ş Ç A K A L I N
D O S T Ç A K A L I N


Can DÜNDAR

6 Mayıs 2010 Perşembe