24 Şubat 2011 Perşembe

Çeyrek yüzyıl sonra Abdi İpekçi...

 Melih Aşık’ın 01/02/2004 tarihindeki yazısının Abdi ipekçi ile ilgili kısmından alıntı:

 

Abdi İpekçi 1972'de, bir yazısında şöyle diyor:

"Ciddi görünmek için gülmemek, gülümsememek gerektiği yolunda yaratılmış şartlanmayı yıksak, bir de gülmek, gülümsemek için sadece mizahçılara muhtaç olmaktan kurtulsak..." (...)


Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris
olanlarla baş edebilir.Fakat içersindeki satılmış
ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır.
 
Sınırları zorlayan düşman silah ve alemlerini
açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir.
Fakat bir hain, hain gibi görünmez, kurbanları
ile aynı aksanda konuşur,onların çehresine
bürünür ve onların argümanlarını kullanarak
ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan
serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet
koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür.

Politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak yaşam
gücünü elinden alır.Bir katil daha az korkuludur.

Marcus Tullius Cicero
(M.Ö.106-M.Ö.43)

23 Şubat 2011 Çarşamba

Bazen herşey sararıp solar, biz hep rengarenk...

Kim söylemiş yazmış bilmiyorum ama güzel ve anlamlı... Bana Meltem'den geldi....


Her insan mutlu olamaz...
Çünkü; gere
ğinden fazla özler dünü,
Haketti
ğinden fazla düşünür yarını
Ve ...hiç haketmedi
ği kadar bilinçsizce yaşar bugünü...
Her insan mutlu olamaz...
Çünkü; gere
ğinden fazla özler hayatından çıkanları
Haketti
ğinden daha büyük umutla bekler hayatına girecekleri
Ve asla göremez yanıba
şındakileri...

DÜNYANIN EN ÜNLÜ ŞİİRİ Jorge Luis Borges... Anlar, Instantes, Instants, ...

22 Şubat 2011 Salı

Kurban Bayramı Tebrik

 Melih Aşık’ın 2004 yılı kurban bayramı tebriği çok hoş.. (01/02/2004 tarihli yazısından)

 

Çocukların büyüklere,
Kadınların erkeklere,
Çalışanların köleliğe,
İşsizlerin açlığa,
Hazine'nin faizcilere,
Kentlerin yapsatçılara,
KİT'lerin kapkaççılara,
Doğanın fırsatçılara,
Vicdanın cüzdana,
Namusluların açıkgözlere,
Kıbrıs'ın koltuk aşkına,
Irak halkının petrole,
Halkın IMF'ye,
Türkiye'nin ABD'ye...
Kurban edilmediği nice bayramlara...

16 Şubat 2011 Çarşamba

Hintli Ressam


Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış.
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.
Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş.
Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir
yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış.
Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabii emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.
Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.
Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş.
Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru.
Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte.
Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış.
Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.  Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.

Ranga Guru ise;
“Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.
Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.
Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma
” demiş.

Uğur Mumcu'dan...


“Adaletin üç ayağı vardır. 
Bu üç ayağın birincisi yargıç , ikincisi savcı , üçüncüsü avukattır. 
Adaletin bu üç ayağından biri zedelenirse , adalaeti ayakta tutmaya olanak yoktur. 
Bunun içindir ki hukuk devleti , yargı bağımsızlığına ve özgür barolara dayanır. 
Yargıç bağımsız değilse , savcı bağımsız değilse avkat , her gün çeşitli baskılarla karşı karşıya ise bundan adalet duygusu zarar görür , dolayısıyla bütün toplum , bu zararın yükünü taşımak zorunda kalır.”
16 Şubat 1981 – Cumhuriyet

“Türkiye’deki kavga Kürt ile Türk’ün, inananla, inanmayanın, Sünni ile Alevi’nin kavgası değil, egemen sınıflarla emekçilerin kavgasıdır. 
Ve bu çelişkilerle yaşadığımız olaylar, faşist diktatörlük için kolları sıvayanların kanlı saldırılarıyla biçimlenmektedir. 
Temel hak ve özgürlükleri korumak , anayasal düzene yönelen şiddet eylemlerinin kökünü kazımak , doğrudan doğruya faşist odakların köklerinin kazınmasına bağlıdır.”
15 Ocak 1979 – Cumhuriyet

“Kusura bakılmasın, bizim demokrasimiz , biraz pille çalışan radyolara benziyor! 
“Nasıl” derseniz, şöyle : 
Devletin temeline anayasayı yerleştiriyorsunuz , anayasa yeni doldurulmuş bir pil gibi demokrasiyi bir pil gibi demokrasiyi bir süre çalıştırıyor.
Radyolarda da böyle olmaz mı ; önce radyodan çok net ses çıkar , düğmeyi hangi dalgaya çevirirseniz , hangi istasyonu ararsanız , ses gelir. 
Pilin ömrü doldukça parazitler çoğalır , cızırtılar artar , ses yavaşlar.”
18 Eylül 1980 – Cumhuriyet


“Bunda bir yanlışlık  , bir çarpıklık yok mu? 
İmam hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa , neden art arda imam hatip okulları açılıyor? 
Neden bu okullardaki öğrenci sayısı her yıl bu kadar artıyor? 
İmam hatip lisesi mezunları neden yetiştirildikleri alanlar dışındaki işlerde görevlendiriliyor? 
Eskiler , ‘Camiye , kışlaya , mektebe siyaset sokulmaz’ derlerdi. 
Bu yasa tasarısı TBMM’den geçerse camilere ve okullara sokulan dinsel siyaset , kışlalara da sokulmuş olacak.”
22 Ocak 1993 – Cumhuriyet

“  ‘Türk-İslamSentezi’ özü ve sözü ile Atatürkçülüğe karşı bir görüştür. 
‘İslamda Laiklik’ ise söz konusu değildir. 
Laiklik ilkesi , adım adım yok edilmektedir. 
Televizyon bu görüşün aracı olmakta ; ‘açık oturum’ adı altında tek görüş savunulmakta , bu görüşün propagandası yapılmaktadır.”
Uğur MUMCU
25 Eylül 1985 – Cumhuriyet


“İsterler ki susalım; isterler ki yazdıklarımızın hiçbiri, hele bu dönemde yazılmasın. 
Bunun içindir ki, bizleri susturmak için türlü yollara başvururlar. 
Bizleri susturmak için başvurdukları ve ellerine yüzlerine bulaştırdıkları sinsi girişimleri ile ilgili ipuçları ellerimizdedir! 
Bunu da bilir, bunların açığa çıkmaması için köşelerinde kıvranıp dururlar. 
Evet yazacağız, susmayacağız. 
Bütün yolsuzlukları, kaçakçılıkları, pislikleri, cinayetleri tek tek sergileyeceğiz.”
04 Şubat 1981 – Cumhuriyet

“Gazetelerin, işadamları ve müteahhitler eliyle basın dışı alanlardaki kazanç kapılarının kalkanı olarak kullanılması, hiç şüphesiz, basın özgürlüğü için çok olumsuz bir gelişme olmuştur.”
25 Mart 1981 – Cumhuriyet
“Bugün Türk basını tehlikeli bir gidişin içindedir. 
Bu tehlikeli gidiş , holdingleşmedir ; yayın organlarının holdinglerin sözcüleri olmalarıdır. 
Basının , büyük holdinglerin , bankaların çıkar kavgalarına araç yapılmasıdır. 
Gazetelerin , gazetecilik mesleği dışındaki , “şans ve talih yarışmaları” ile haksız rekabet koşulları içinde yapay tirajlar yaratmalarıdır. 
Holdinglerin , çokuluslu şirketlerin dünya çapındaki kapışmalarını Türkiye ‘ye yansıtmalarıdır.”
20 Ocak 1982 – Cumhuriyet

“  ‘Batılılaşıyoruz’ diye Amerikan – Arap sarmalı içine sokulduk ;
enflasyonu indireceğiz diye , IMF’nin ipoteklerine tutulduk ,
‘Atatürkçülük’ diye diye laiklik ilkesi yok edildi ;
birader , parti ve belediye başkanları eliyle ‘Arap kompradorluğu’ devlet katında yer buldu.”
18 Haziran 1985 – Cumhuriyet

15 Şubat 2011 Salı

AŞKIN GÖZÜ KÖRDÜR


Bir gün Delilik yakın dostlarını kahve içmek üzere evine davet etmiş. Herkes gelmiş. Kahveler içildikten sonra Delilik dostlarına saklambaç oynamayı önermiş.
- Saklambaç mı? O da nedir? diye sormuş Merak.
- Saklambaç bir oyundur. Sizler saklanırken ben yüze kadar sayacağım. Saymayı bitirdiğimde ilk bulacağım kişi benden sonraki ebe olacaktir.
Korku ve Tembellik dışındakiler Delilik'in önerisini derhal kabul etmişler.
- 1..., 2..., 3... diye yüksek sesle saymaya başlamış Delilik.
Acelecilik, ilk bulduğu yere kendini atıvermiş.
Utangaçlık, her zamanki alışkanlığıyla bir ağacın gölgesine ilişmiş.
Neşe, bahçenin orta yerine doğru yönelmiş.
Hüzün, saklanacak yer bulamadığından ağlamaya koyulmuş.
Kıskançlık, Başarı'nın peşinden giderek yanıbaşındaki bir kayanın ardına sığınmış.
Delilik saymayı sürdürmüş... ...
Umutsuzluk, Delilik'in doksan dokuza geldiğini duyduğunda iyiden iyiye umutsuzluğa kapılmış.
YUZ ! diye haykırmış Delilik, Saklanmayan ebedir, aramaya başlıyorum.....
İlk sobelenen Merak olmuş. Birinci kurbanın kim olacağını o kadar merak ediyormuş ki, saklanmayı ihmal etmiş.
Bahçe duvarına baktığında, Delilik Kararsızlık'ı farketmiş; üzerine tünemiş olduğu duvarın hangi tarafına saklanacağını düşünmekle meşgulmüş.
...Ve hemen ardından Neşe'yi, Hüzün'ü, Utangaçlık'ı sobelemiş.
Herkes yeniden biraraya geldiğinde Merak sormuş:
- Aşk nerede? Hiç Aşk'ı gören oldu mu?
Delilik, Aşk'ı aramaya koyulmuş. Dağlara çıkmış, nehirlerin yataklarına bakmış, ama Aşk'ı hiçbir yerde bulamamış.Çaresiz arayışını sürdüren Delilik, bir gül ağacı ile karşılaşmış.
Eline geçirdiği bir çalıyla ağacın dallarını, yapraklarını yoklamış. Aniden tiz bir çığlıkla irkilmiş.
Acıyla bağıran Aşk, diken batan gözünü tutuyormuş. Delilik ne yapacağını bilememiş. Özür dilemiş, yalvarmış yakarmış Aşk'a kendisini affetmesi için.
O kadar üzülmüş ki, bir daha hayat boyu yanından ayrılmayacağını bile vaadetmiş.
Acısı biraz dinen Aşk sonunda özürleri kabul etmiş.
O günden beri Aşk'ın gözü kördür ve Delilik hep yanı başındadır.


ALINTI....

2 Şubat 2011 Çarşamba

SİZ


Maillerden çok önceleri gelen bir yazıyı paylaşayım....

Bazı günler ne kadar zor geçiyor değil mi, işler pek yolunda gitmiyor. Canınızı sıkacak, sizi üzecek haberler alıyorsunuz bazen. Kim bilir, belki bu gün de öyle günlerden biriydi. Canınız hiçbirşey yapmak istemedi, biraz başınız ya da mideniz ağrıdı, arkadaşlarınızın sizi aramasını beklediniz ama kimseyle görüşecek havanızda değildiniz. Üstüste geldi çoğu şey ve siz kendinizi suçlamasanız da bunlardan etkilendiğiniz için üzüldünüz, daha karamsar baktınız hayata.

Ne olursa olsun, kötü şeyler olsa da, hayat bazen size acımasa da, yanlışı siz de yapsanız, size de yapılsa, umudunuzu ve gücünüzü yitirmeden kararlılıkla durmanız gerekir ayaklarınızın üzerinde. Sahip olduğunuz yetilere, yaratıcının size verdiği ödüllere saygı duymalı, kendinizle gururlanmalısınız.

İş yerinde işler sizden sorulmuyorsa ya da istediğiniz yere gelemediyseniz bunu hak etmediğiniz için değil, yeterince çabalamadığınız, olumlu bakmadığınız ya da sabırlı olmadığınız için herşey istediğiniz gibi olmadı. Ama yöneticileriniz de sizin gibi etten kemikten. Ve şaşıracaksınız ama size kasıtları yok. Belki biraz daha özverili, biraz daha sıcakkanlı ve girişken olmanızı bekliyorlar. Sizin bunu yapabileceğinizi biliyorlar, belki de bu yüzden çabalamaya devam ediyorsunuz ama atmanız gereken adımları atmıyorsunuz. Bir durup düşünün. Siz de fark edeceksiniz.

Ailenizin size ihtiyacı var biliyor musunuz. Annenizin, babanızın ve kardeşlerinizin, varsa eşinizin ve çocuklarınızın. Belki son günlerde yeterince ilgilenemediniz onlarla. Sizi anlıyorum işleriniz çok yoğundu ama eşinizin/sevgilinizin siz iş yerinde mola verdiğinizde aramanızı beklediğini, annenizin hoş sohbetinizle ne kadar mutlu olduğunu fark etmediniz. Evet onlar da bazen sizi üzüyor ama bu onların sizi sevdiği ve sizin de onları sevdiğiniz gerçeğini değiştirmiyor. Yokluklarında kim bilir ne kadar üzülürdünüz. Siz de görebiliyorsunuz.

Evet yeteneklisiniz. Belki bir kaç dil biliyorsunuz veya iş deneyimleriniz, eğitiminiz dudak ısırtıyor. Ve/veya çok zekisiniz. Kendinizi fiziken de beğeniyorsunuz. İnsanlar da beğeniyor. Ama bazen kendinize haksızlık ediyorsunuz değil mi? Yeterince kazanamadığınız için ya da bazen yaşlandığınız için çirkinleştiğinizi düşünüyor, kendinize kızıyorsunuz. Oysa ki yeterince özenle ve bakımla ne kadar da hoş görünüyorsunuz. Yaşınız da size çok yakışıyor, içten içe biliyorsunuz. Kendinizi zaten çok seviyorsunuz ama bunu yeterince tekrarlamıyorsunuz. Fark ettiniz mi?

Sevdiklerinize ve kendinize huzur ve mutluluk saçın. Daha iyi bir arkadaş, daha iyi bir eş, daha iyi bir evlat, daha iyi bir birey olmak için harikalar yaratmanız gerekmese de inanırsanız şaşırtıcı olabilir, hatta harikalar da yaratabilirsiniz. Sizde o potansiyel zaten var. Belki işinizden şikayet etmeseniz, yanlış giden şeyleri fark ettiğinizde iyi niyetle düzeltme yoluna gitseniz, biraz daha olumlu baksanız, biraz daha gülümseseniz herşey ne kadar iyi olacak. Herşeyin daha iyisi olacaksınız.

Önce kendinizi daha çok sevin, anlayın. Sonra yaşam sevginizi etrafa saçın, göreceksiniz çevreniz de sizi daha çok sevecek ve anlayacak. Siz de çevreniz de daha mutlu olacaksınız. Belki de bunu sadece siz başaracaksınız. Belki de gerçekten harikalar yaratacaksınız.

(Gönderen:12 Aralık 2005, Umut K.)

1 Şubat 2011 Salı

Kadınlar Günü Hakkında...


Kadınlar günü ile ilgili E-posta olarak gelmiş bir postayı paylaşalım....


Kadınlar günü kadınların yakılması sonucu ortaya çıkmış bir gün değildir. Birçok tarihi olayın artan etkisi sonucu kadınların haklarını kazanmasının bir kutlaması ve günümüz kadınının sorunlarının masaya yatırılmasıdır.  

Az sonra okuyacağınız yazı Dünya Kadınlar Günü’nün tarihi ile ilgilidir, böyle günlerin kötü niyetli insanlarca sömürülmemesi ve toplumun yanlış yönlendirilmemesi için tarihini ve gerçeğini bilmemiz gerektiğine inandığımdan dolayı, bu bilgiyi siz gönüllü arkadaşlarımla paylaşmak istedim.

Dünya Kadınlar Günü fikri ilk olarak yüzyılın başlarında, dünyada gelişen endüstrileşmenin sonucu olarak oluşan kargaşa ve büyüme döneminde hızlı bir şekilde artan nüfusun ve radikal seslenişlerin sonucu olarak yeşermeye başlamıştır.

Aşağıda okuyacağınız olaylar, bu günü oluşturan geçmişten bu güne en önemli olaylardır.

8 Mart 1857: Birleşik Devletlerde giysi ve tekstil fabrikalarındaki kadınlar, insanlık dışı çalışma ortamları ve düşük ücretleri protesto etmek amacıyla bir yürüyüş düzenlediler. Polis, protestoculara saldırarak onları dağıttı. Bu tarihten iki yıl sonra, Mart ayında, bu kadınlar kendilerini korumak ve temel işyeri haklarını kazanmak adına, kendilerine ait ilk işçi birliğini kurdular.

8 Mart 1908: 15.000 kadın, daha kısa çalışma saatleri, daha iyi ücretlendirme, seçme hakkı ve çocuk işçiliğinin sona erdirilmesi için New York şehrinde yürüyüş yaptı. Kendilerine ekmeğin ekonomik güvenliği ve gülün yaşam kalitesini belirttiği ‘Ekmek ve Gül’ sloganını seçtiler. Mayıs ayında Amerikan Sosyalist Partisi Şubat ayının son Pazar gününü ‘Ulusal Kadınlar Günü’ olarak adlandırdı.

İlk Ulusal Kadınlar Günü, Amerikan Sosyalist Partisinin beyanından sonra, 28 Şubat 1909 da kutlandı. 1913’e kadar kadınlar bu günü Şubat ayının son pazarı olarak kutlamaya devam ettiler.

1910 yılında, Kopenhag, Danimarka’da dünyanın önde gelen sosyalist organizasyonları tarafından bir konferans düzenlendi. Bu konferansla, uluslararası sosyalistler, uluslararası bir Kadınlar Günü tasarladılar. Teklif, Amerika’daki tekstil işçilerinin çabasının hatırası olması için bir uluslar arası gün düzenlenmesini öneren, Alman sosyalist Clara Zetkin’den geldi. Teklif, Finlandiya’da meclise seçilen ilk kadınların üçü de dâhil olmak üzere toplam 17 ülkeden 100 kadının oybirliği ile kabul edildi. Gün, kadınların seçme hakları dâhil olmak üzere, kadın haklarının genişleyip, ilerlemesi onuruna adanmıştır. Bu toplantıda, Kadınlar Günü için bir tarih belirlenmemiştir.

Kabul edilen Kadınlar Günü tasarısı çok büyük yankı buldu. Müteakip yıl olan 1911’de, Dünya Kadınlar Günü ilk defa olmak üzere Avusturya’da, Danimarka’da, Almanya’da ve İsviçre’de kutlandı. Tarih olarak 19 Mart seçilmişti ve hem kadın hem de erkek olmak üzere milyonlarca kişi birçok yürüyüş düzenledi. Bu tarihte seçme hakkının ve resmi kurumlarda çalışabilme yetkisinin yanında çalışma haklarını ve çalışma hayatındaki ayrımcılığa son vermeği de talep ettiler.

Bu talepten sonra birkaç gün içinde, 25 Mart günü, New York şehrindeki trajik Triangle Shirtwaist fabrikasında bir yangın çıktı. Çoğu genç İtalyan ve Yahudi göçmen kızları olmak üzere 140’dan fazla işçi, fabrikadaki yetersiz güvenlik önlemleri sebebiyle yanarak yaşamını yitirdi. Ticaretçi Kadınlar Birliği Derneği ve Uluslar arası Kadın Tekstil İşçileri Birliği, bu önlenebilir trajediye karşı, 100.000 kişiyi bir araya getiren sessiz cenaze yürüyüşü dahil olmak üzere, birçok protesto düzenledi. Triangle yangını, işçi yasası ve Kadınlar Günü dolayısı ile yapılan gözetimler sırasında oluşan bu felakete ortam sunan kötü çalışma koşulları üzerinde büyük bir etki yaptı.

Şubat 1913’ün son Pazar’ında, Rus kadınları 1. Dünya Savaşı’nın gecesinde yapılan bir barış yürüyüşünün bir parçası olarak, ilk defa Dünya Kadınlar Günü’nü kutladılar. Bir sonraki yıl, Avrupa’da 8 Mart günü ya da civarında, kadınlar savaşı protesto etmek ya da kız kardeşleriyle asker olmak için protestolar düzenlediler.

2 milyon Rus askerinin savaşta ölmesi sonucunda, Rus kadınları, sokaklarda “ekmek ve barış” diyerek boy göstermek için 1917 Şubat’ının son pazarının seçmişti. Politik liderler bu güne karşı çıkmış fakat kadınlar her halükarda bu yürüyüşü gerçekleştirdiler. Sonrası tarih sayfaları: Dört gün sonra Rus Çarı görevini bırakmaya zorlanmış, yerine getirilen hükümet kadınlara seçme hakkı vermiştir. Bu tarihi Pazar günü miladi takvime 23 Şubat olarak geçmiş, fakat bugün hala bazı insanlar tarafından kullanılan Gregoryus takviminde 8 Mart’a denk gelmektedir.

İşte bu yıllardan beri Dünya Kadınlar Günü, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlar için küresel bir konuma sahiptir. Aralık 1977’de Birleşmiş Milletler Genel Meclisi, Birleşmiş Milletler Kadınlar Günü ve Uluslararası Barış’ı belirleyen bir önerge kabul etmiştir. Yapılan dört küresel BM Kadınlar Günü konferansı, kadınların hakları konusundaki isteklerini gerçekleştirmelerine ve politik ve ekonomik kimlik kazanmalarına yardım etmiş ve hala etkisini arttırarak devam etmektedir.

(Okuduğunuz bu yazı www.un.org sitesinin http://www.un.org/cyberschoolbus/days/women/how.asp bağlantısındaki sayfadan alınıp tarafımca Türkçeye çevrilmiştir. Çeviride olan ufak tefek hatalarımı mazur görünüz. Mehmet Emin G.)