1 gün önce
31 Aralık 2010 Cuma
Mutlu Yıllar
Etiketler:
FOTOĞRAF
18 Aralık 2010 Cumartesi
İstanbul'un en yüksek binası Sapphire'den.....
İnternette bu aralar dolaşan ve tabii e-psotalarımıza düşen bir fotoğrafı paylaşayım dedim….
Fotoğraf İstanbul'un en yüksek binası Sapphire'den 236 m'den bir cumartesi sabah çekilmiş..
En öndeki bina Tekfen Tower..
Sonra Kanyon,
Metrocity,
Tat Towers ve
Çamlıca tepesiymiş.......
En öndeki bina Tekfen Tower..
Sonra Kanyon,
Metrocity,
Tat Towers ve
Çamlıca tepesiymiş.......
16 Aralık 2010 Perşembe
Bir yaşam kanunu...
Kadın taksiye binmiş ve hava alanına gitmek istediğini söylemişti.
Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı. Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı.
Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu. Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Kadın bütün bu olanları şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı.Sordu: "Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti."
Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek: "Çöp Kamyonu Kanunu" dedi.Kadın: "Çöp Kamyonu Kanunu?" diye sordu, anlamamıştı.
Şoför açıkladı:"Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir. Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar. Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar. Bu bazen ben, bazen de siz olabilirsiniz. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın."
Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.
Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla "size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun."
Hayat, "%10 " onunla ne yaptığınız, "%90 "onu nasıl alıp karşıladığınızdır...
Etiketler:
DAĞARCIK
14 Aralık 2010 Salı
Yaşamın 3 Dönemi Vardır....
Nasıl Yaşamam Gerektiğini Öğrendiğimde, Bir De Baktım Ki, Ölmekteyim
Leonardo Da VİNCİ
Ne kadar doğru aslında değil mi? :))
(celebi grubundan alıntıdır.)
Etiketler:
DAĞARCIK,
Leonardo Da VINCI
9 Aralık 2010 Perşembe
sana büyük bir sır söyleyeceğim
O zaman izlediğimiz bu “Başka Dilde Aşk” filminden aklımızda kalan bir şiirin tamamını da paylaşalım….
sana büyük bir sır söyleyeceğim zaman sensin
zaman kadındır gönlü çelinsin ister zaman
hep okşansın diz çökülsün hep
dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
taranmış
bir upuzun saç gibi zaman
soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
daha beter seni kaçak
seni yabancı bilmekten
aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
tanrım ne ağırdır sözcükler asıl demek istediğim bu
hazzın ötesinde taşındı sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün
sen ki benim saat-şakağımda vurursun
boğulurum soluk alıp vermesen
tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
sana büyük bir sır söyleyeceğim her söz
dudağımda bir dilenen zavallı
acınacak birşey ellerin için kararan birşey bakışının altında
işte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali
kaba konuşmamdan gücenme benim bu konuşma
ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
sana büyük bir sır söyleyeceğim bilmem ben
sana benzeyen zamandan söz açmayı
bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
tıpkı uzun bir süre garda
el sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
sevgilim.
zaman kadındır gönlü çelinsin ister zaman
hep okşansın diz çökülsün hep
dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
taranmış
bir upuzun saç gibi zaman
soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
daha beter seni kaçak
seni yabancı bilmekten
aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
tanrım ne ağırdır sözcükler asıl demek istediğim bu
hazzın ötesinde taşındı sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün
sen ki benim saat-şakağımda vurursun
boğulurum soluk alıp vermesen
tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
sana büyük bir sır söyleyeceğim her söz
dudağımda bir dilenen zavallı
acınacak birşey ellerin için kararan birşey bakışının altında
işte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali
kaba konuşmamdan gücenme benim bu konuşma
ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
sana büyük bir sır söyleyeceğim bilmem ben
sana benzeyen zamandan söz açmayı
bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
tıpkı uzun bir süre garda
el sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
sevgilim.
Louis Aragon
Etiketler:
Başka Dilde Aşk,
Louis Aragon,
Şiir
8 Aralık 2010 Çarşamba
FİLMAJANDA-------Başka Dilde Aşk (2009)
bugün eşimle beraber DVD.den izlediğimiz güzel bir film….
paylaşmak istedim… tavsiye edilir…
Onur'un hayatı kürek takımından arkadaşı Vedat'ın doğumgünü partisinde Zeynep'le tanışmasıyla değişir. Kalabalık ve gürültülü bir barda hiç konuşmadan geçen gecenin sonunda Zeynep, Onur'un işitme engelli olduğunu öğrenir. Ama bu durum Zeynep'i Onur'dan uzaklaştırmaz. İşiyle, ailesiyle sorunlar yaşayan Zeynep, yaşadığı çevreyi sorgularken birazda bilmediği bir dünyanın meraklıyla unuttuğu ceketini bahane ederek Onur'u görmeye gider.
Babasının annesini aldattığını öğrendikten sonra bu durumu kabullenemeyip evden ayrılan Zeynep, bir çok iş değiştirdikten sonra çağrı merkezinde çalışmaya başlar ama ağır çalışma şartlarından ve karşılığında kazandığı paradan çok mutsuzdur. Bütün gün telefonda tanımadığı insanlarla konuşmak zorunda kalan Zeynep konuşmadan anlaşabildiği Onur' la huzur bulacağına inanır.
Bu ilişki kendilerini ve hayatı sorgulayan Zeynep ve Onur için bir sınav olacaktır.
Babasının annesini aldattığını öğrendikten sonra bu durumu kabullenemeyip evden ayrılan Zeynep, bir çok iş değiştirdikten sonra çağrı merkezinde çalışmaya başlar ama ağır çalışma şartlarından ve karşılığında kazandığı paradan çok mutsuzdur. Bütün gün telefonda tanımadığı insanlarla konuşmak zorunda kalan Zeynep konuşmadan anlaşabildiği Onur' la huzur bulacağına inanır.
Bu ilişki kendilerini ve hayatı sorgulayan Zeynep ve Onur için bir sınav olacaktır.
Oyuncular
Saadet Işıl Aksoy , Mert Fırat , Emre Karayel , Lale Mansur , Timur Acar , Ayten Uncuoğlu , Metin Çoşkun , Şebnem Köstem , Tuğrul Tülek , Tuna Kırlı
Saadet Işıl Aksoy , Mert Fırat , Emre Karayel , Lale Mansur , Timur Acar , Ayten Uncuoğlu , Metin Çoşkun , Şebnem Köstem , Tuğrul Tülek , Tuna Kırlı
Yönetmen : İlksen Başarır
Senaryo : İlksen Başarır , Mert Fırat
Senaryo : İlksen Başarır , Mert Fırat
Etiketler:
Başka Dilde Aşk,
Film Ajandam,
Mert Fırat,
Saadet Işıl Aksoy
6 Aralık 2010 Pazartesi
Evlilik Okulundaki Sıra Arkadaşınızı Sevin...
E-posta olarak gelen güzel iletilerden biri daha aşağıdadır:
Eşler,
küçücük bir problem karşısında ümitsizliğe düşüyor, karamsar bir ruh haline
bürünüyorlar. Bu sebeple de “geçimsizlik” sürüp gidiyor. Evliliğinin üzerine
kara bulutların çöreklenmesini istemeyenler, şu noktaları dikkate alırlarsa
problemlerini asgariye indirebilirler:
Eşinizi
hizmetliniz olarak görmeyin. Her şeyden evvel eşinizin emrinize verilmiş
hizmetli değil, hayat arkadaşınız olduğunu unutmayın. Bir arkadaş, arkadaşından
ne beklerse ondan fazlasını beklemeyin. Çünkü aşırı beklenti eşleri yılgınlığa
sokar.
Kalp
bilgisayarınızı formatlayın. “Eşim bugün şunu yaptı. Dün de şöyle demişti.”
diyerek eşinizin hatalarını sürekli dosyalayıp yedeklemeyin. Sık sık o kin ve
nefret dosyalarını formatlayın. İnanın, o kadar acı senaryolara sizin bile
kalbiniz dayanmaz.
Kalem
değil silgi olun. Elbette her evlilikte problem olur. Eşlerin birbirine ters
gelen hareketleri bulunabilir. Bu sebeple eşinizin kötülüklerini yazan kalem
değil, o kötülükleri silen silgi olun. Çünkü, yazılan her kötülük zamanla gönül
defterinizin sayfalarını kirletir. Kirletilmiş sayfalara ise “sevgi” sözcüğü
yazılmaz.
“Bana
ne?” demekten kaçının. Bütün aile yükünü eşinizin omuzuna yıkıp “Bana ne?”
diyerek sorumluluktan kaçmayın. Çünkü onca fedakârlık yükünün altında ezilen,
eşinizin ruh dünyası olabilir.
Eşinizin
özgürlüğüne fazla müdahale etmeyin. Her şeyi ince eleyip sık dokumayın. Her
kelimenin üzerinde saatlerce düşünmeyin. Her nokta ve virgüle bir vücut rengi
verip evliliğinizi kâbusa çevirmeyin. Eşinize sırtında yumurta küfesiyle
yaşamanın tedirginliğini yaşatmayın.
Her
gittiği yerin haritasını, yaptığı işin raporunu istemeyin. Kişilik haklarına
saygılı olun. Hiçbir kadın eşinin saat başı telefon edip kendisini kontrol
etmesini, hiçbir erkek de bir toplantıda beş kez aranmasını istemez. Hele de
bir polis hafiyesiyle yaşamak hiç istemez. Mutluluk emek ister. Evlilikte
saadet bahçesinin gülleri çapa ister. Sulanmak, çevresindeki yabani otlardan
arınmak ister. Bu zahmeti esirgeyenler ne gülleri görür ne kokusuyla sarhoş
olur. Bir çiftçi bile tarlasına ne emekler verir. Özenle tarlasını sürer,
tohumunu ve gübresini atar. Döktüğü alın terinin ve emeğinin karşılığını ise
sapsarı başaklarla alır.
Evlilik
okulunuzun sıralarına oturun. Bir diploma uğruna yıllarca okul sıralarına
oturulur. Geceler boyu uykusuz kalınır. Onlarca kitap okunur. Öyleyse şimdi de
evlilik okulunuzun sıralarına oturun. Çaba sarf edin, alın teri döküp, uykusuz
kalın ve mutluluğu yakalayın.
Evlilik
okulundaki sıra arkadaşınızı sevin. Unutmayın “sevilen eş uysallaşır,
sevilmeyen eşse hırçınlaşır”. Bu cümleden olarak kalbinizdeki sevgi pınarının
musluğunu sonuna kadar açın. Açın ki, eşinizin gönül bahçesindeki ağaçlar,
mutluluk meyvesi versin. Şayet o musluğu sonuna kadar kapatırsanız eşinizin
gönül bahçesindeki ağaçların boynu bükülür, yaprakları sararır, çiçekleri
açmadan solar.
GÜLAY ATASOY
(Yazı, Zaman Gazetesi
06.12.2009 tarihli nüshada yayınlanmıştır.
5 Aralık 2010 Pazar
FİLMAJANDA-------American History X (1998) (Geçmişin Gölgesinde)
Babasının katilini bulup öldürme hırsıyla dolu olan Derek, tüm şiddetini dışarıya yansıtır. Oturduğu bölgede kurulan beyaz hareketin lideri olur. Son derece zeki olan Derek, bu zekasını kasabayı karıştırmak için kullanmaktadır. Bir gün başına fena bir dert alır; birini öldürür ve hapse girer.
Oyuncular
Edward Norton , Edward Furlong , Fairuza Balk
Edward Norton , Edward Furlong , Fairuza Balk
Yönetmen : Tony Kaye
Uyarı: Yazının devamı, eserin konusu hakkında ayrıntılı bilgi içermektedir.
Film, 1990'lı yılların ortasında, Venice beach yaşayan Derek Vinyard'ın hikâyesini anlatmaktadır.Çok zeki bir öğrenci olan Derek, babası zenci bir uyuşturucu satıcısı tarafından öldürüldükten sonra, Neo-Nazi olma yolunda büyük adımlar atmıştır. Babası Derek'te, zenciler hakkındaki düşüncelerinden dolayı etkiler bırakmıştır.
Derek bir süre sonra Venice Beach Neo-Nazi çetesinin liderinin sağ-kolu olmuştur. "The Disciples of Christ" yani İsa'nın Hizmetkarları, aynı bölgelerde yaşayan azınlıklardan ve beyaz olmayanlara karşı koruma sağlamak amacıyla, genç beyazlara yardım eli uzatmıştır. Çetenin lideri Cameron Alexander, bir Nazi sempatizanıdır.
Bir gece 3 zenci, Vinyard'ların evinde durur ve Derek'in arabasını çalmaya çalışır.Bunu öğrenen Derek, bir tanesini silahıyla öldürür, diğerini yaralar ve diğerinin kaçmasına engel olamaz.Yaraladığı zenciye, ağzını kaldırıma dayamasını emreder. Ayağıyla zencinin kafasına vurarak onu da öldürür.
Bir süre sonra beyaz polisler gelir ve Derek'i tutuklarlar.Bu sırada küçük kardeşi Danny olayın şokunu üstünden atamaz. 2 zencinin ölümüne sebep olması nedeniyle 3 yıl hapise mahkûm edilir Bu zaman içerisinde, kardeşide onun gibi olmaya başlar. Derek hapse düşer ve hapiste bazı gerçeklerle karşılaşır. Hapisten çıktığında artık bambaşka biridir. Geçmişinden ve yaptıklarındna utanç duyar ve kardeşi Danny'in kendisiyle aynı sonu paylaşmaması için çabalar. Bir aile içinde gelişen ve sonunda aynı aileyi parçalayan ırkçılık hakkında bir film.
Film kısa sürede sinema tarihinin efsaneleri arasına girmiştir. Edward Norton'ın dudak ısırtan performansı Oscar Ödülüne aday gösterilmiş fakat ödülü alamamıştır. İmdb'nin en iyi 250 film listesi içinde 39. sıradadır. Irkçılık karşıtı filmler denince akla ilk gelen filmlerden biridir.ve bu sekılde sonlanır.
Etiketler:
Edward Norton,
Film Ajandam
3 Aralık 2010 Cuma
Real Orhan Pamuk'tur Barça Yaşar Kemal
Real Madrid fiziktir, Barcelona kimya. Real Madrid tarihtir, Barcelona coğrafya. Real Madrid Ezel'dir, Barcelona ise Behzat Ç.
El Clasico’yu analiz edecek değilim. Şu kadarını söyleyeyim; ‘karşılaşma’ dediğiniz şey, işteş bir şeydir. Pazartesi günkü maç daha çok ‘karşılama’ gibi oldu, hem de “Beynelmilel bahar karşılama”. Oysa geçen haftaki ‘Taraftar basın’ yazımdan sonra ilginç bir karşılaştırma yapma niyetindeydim. Son maçı veri almamaya çalışıp, elimden geldiğince tarafsız olarak -ki zorlanıyorum!- yine de deniyorum.
Bence Real Madrid Prado Müzesi’dir, Barcelona Gaudi’nin ta kendisi. Prado dünyanın en iyi sanat koleksiyonlarını barındırır. Ama Gaudi Barcelona’nın sokaklarına sinmiş, kendi içinden çıkan, yaşayan bir sanattır.
Öte yandan Real Madrid karadır; Barcelona deniz. Barcelona günümüzün en muhteşem takımıdır, akıl almazdır, masmavidir. Ama denize benzerler. 10 sene sonra dalgalanır, başka bir şey olabilir. Ama Real Madrid karadır. Ayağını hep sağlam basar. Geçmişte de zirvededir, gelecekte de öyle olacaktır.
Real Madrid fiziktir, Barcelona kimya. Vektörel oynar Madrid. Ronaldo’nun eğik atışlarıyla, Mesut’un dengesiyle kazanır. Oysa Barcelona kimyadır, hatta zincirleme reaksiyon. Bousqets’i getirin Türkiye’ye, üç günde tefe koyarlar. Bojan’ı, Pedro’yu Almanya İkinci Ligi’nde oynatamazsınız. Ama bir araya gelince başka bir şey olurlar.
Real Madrid Nişantaşı’dır, Barcelona Arnavutköy. Madrid ilginin, fiyakanın, zenginliğin merkezidir. Kocaman bulvarlarıyla ihtişamdır. Barça da Eminönü değildir tabii, hava basmada pek aşağı kalmaz ama kendine hastır, özgündür, niştir, dar sokaklarıyla bir tarzdır. Birinin şık arabalarla dolu trafiği şaşalıdır, diğerinin manzarasına doyum olmaz.
Mor-Beyazlılar kızmasın ama Real Madrid kibirdir, Barcelona ukâlalık. Madrid yenilse de burnundan kıl alınmaz, yanına gidilmez, hikmet sorulmaz. Barça’nın ukalalığının arkasında hep bir gerekçe vardır. Bilgisini havalı satar, ama saygınlık da kazanır. Yolda karşınıza çıksa, selam verseniz Barcelona ağır bir edayla selamı kabul eder, Real Madrid yüzünüze bakmaz.
Real Madrid tarihtir, Barcelona coğrafya. Ne yapsa, ne etse tarih peşini bırakmaz Madrid’in. Gururlanan da, eleştiren de o haşmetli tarihi referans alır. Oysa Barcelona coğrafyadır. Oralıdır, toprağına dayanır, toprağında yaşar. Bu yüzden ne kazanırsa kazansın, hep yerel kalır.
Real Madrid resimdir, Barcelona müzik. Anın bütün güzelliklerini barındırır Madrid. Suluboya, pastel fark etmez, tuvalinde her şey vardır. Barca ise müziktir, dinlemeye doyamazsınız, kulağınızın pasını alır. Unutamazsınız.
Haydi abartalım biraz ve ayrıntısını hayal gücünüze bırakarak kategorize/karikatürize edelim. Real Madrid goldür, Barcelona pas. Real Madrid aritmetiktir, Barcelona geometri. Real Madrid Julio Iglesias’ın jantiliğidir, Barcelona Jose Carreras’ın kusursuz sesi. Real Madrid Orhan Pamuk’tur (misal Yeni Hayat), Barcelona Yaşar Kemal’dir (Tabii ki İnce Memed). Real Madrid Ezel’dir, Dayı’ya, Ali’ye rağmen ille de tek tabancadır. Barcelona Behzat Ç’dir, ancak Hayalet, Harun ve Akbaba’yla beraber çözer işleri. Real Madrid her daim rasyoneldir, Barcelona oynadığı oyunla artık irrasyonel. Real Madrid Di Stefano’nun, Ronaldo’nun briyantinli saçındaki jantiliktir, Barcelona askılı pantolon afacanlığı. Real Madrid Zagor’un çığlığıdır, Barcelona Mister No’nun aklı. Maalesef Real Madrid Varyemez Amca’dır, Barcelona Şirinler. Real Madrid Batman’dir, güçlü ve zengin. Barcelona Örümcek Adam’dır ağları bazen kendi başına da örer. Real Madrid birinci sınıf Rioja şarabıdır, Barcelona eğlendiren Sangria. Real Madrid Blackberry’dir, ‘bizinıs’tır. Barcelona ‘multi-tasking’ iPhone. Real Madrid Mourinho’suyla, Ronaldo’suyla Harry Potter’dır, Barcelona Ocean’s Eleven.
Ne dersiniz? Olmuş mu? Yoksa “Benzemez Kimse Onlara” mı demek lazım?
Bence Real Madrid Prado Müzesi’dir, Barcelona Gaudi’nin ta kendisi. Prado dünyanın en iyi sanat koleksiyonlarını barındırır. Ama Gaudi Barcelona’nın sokaklarına sinmiş, kendi içinden çıkan, yaşayan bir sanattır.
Öte yandan Real Madrid karadır; Barcelona deniz. Barcelona günümüzün en muhteşem takımıdır, akıl almazdır, masmavidir. Ama denize benzerler. 10 sene sonra dalgalanır, başka bir şey olabilir. Ama Real Madrid karadır. Ayağını hep sağlam basar. Geçmişte de zirvededir, gelecekte de öyle olacaktır.
Real Madrid fiziktir, Barcelona kimya. Vektörel oynar Madrid. Ronaldo’nun eğik atışlarıyla, Mesut’un dengesiyle kazanır. Oysa Barcelona kimyadır, hatta zincirleme reaksiyon. Bousqets’i getirin Türkiye’ye, üç günde tefe koyarlar. Bojan’ı, Pedro’yu Almanya İkinci Ligi’nde oynatamazsınız. Ama bir araya gelince başka bir şey olurlar.
Real Madrid Nişantaşı’dır, Barcelona Arnavutköy. Madrid ilginin, fiyakanın, zenginliğin merkezidir. Kocaman bulvarlarıyla ihtişamdır. Barça da Eminönü değildir tabii, hava basmada pek aşağı kalmaz ama kendine hastır, özgündür, niştir, dar sokaklarıyla bir tarzdır. Birinin şık arabalarla dolu trafiği şaşalıdır, diğerinin manzarasına doyum olmaz.
Mor-Beyazlılar kızmasın ama Real Madrid kibirdir, Barcelona ukâlalık. Madrid yenilse de burnundan kıl alınmaz, yanına gidilmez, hikmet sorulmaz. Barça’nın ukalalığının arkasında hep bir gerekçe vardır. Bilgisini havalı satar, ama saygınlık da kazanır. Yolda karşınıza çıksa, selam verseniz Barcelona ağır bir edayla selamı kabul eder, Real Madrid yüzünüze bakmaz.
Real Madrid tarihtir, Barcelona coğrafya. Ne yapsa, ne etse tarih peşini bırakmaz Madrid’in. Gururlanan da, eleştiren de o haşmetli tarihi referans alır. Oysa Barcelona coğrafyadır. Oralıdır, toprağına dayanır, toprağında yaşar. Bu yüzden ne kazanırsa kazansın, hep yerel kalır.
Real Madrid resimdir, Barcelona müzik. Anın bütün güzelliklerini barındırır Madrid. Suluboya, pastel fark etmez, tuvalinde her şey vardır. Barca ise müziktir, dinlemeye doyamazsınız, kulağınızın pasını alır. Unutamazsınız.
Haydi abartalım biraz ve ayrıntısını hayal gücünüze bırakarak kategorize/karikatürize edelim. Real Madrid goldür, Barcelona pas. Real Madrid aritmetiktir, Barcelona geometri. Real Madrid Julio Iglesias’ın jantiliğidir, Barcelona Jose Carreras’ın kusursuz sesi. Real Madrid Orhan Pamuk’tur (misal Yeni Hayat), Barcelona Yaşar Kemal’dir (Tabii ki İnce Memed). Real Madrid Ezel’dir, Dayı’ya, Ali’ye rağmen ille de tek tabancadır. Barcelona Behzat Ç’dir, ancak Hayalet, Harun ve Akbaba’yla beraber çözer işleri. Real Madrid her daim rasyoneldir, Barcelona oynadığı oyunla artık irrasyonel. Real Madrid Di Stefano’nun, Ronaldo’nun briyantinli saçındaki jantiliktir, Barcelona askılı pantolon afacanlığı. Real Madrid Zagor’un çığlığıdır, Barcelona Mister No’nun aklı. Maalesef Real Madrid Varyemez Amca’dır, Barcelona Şirinler. Real Madrid Batman’dir, güçlü ve zengin. Barcelona Örümcek Adam’dır ağları bazen kendi başına da örer. Real Madrid birinci sınıf Rioja şarabıdır, Barcelona eğlendiren Sangria. Real Madrid Blackberry’dir, ‘bizinıs’tır. Barcelona ‘multi-tasking’ iPhone. Real Madrid Mourinho’suyla, Ronaldo’suyla Harry Potter’dır, Barcelona Ocean’s Eleven.
Ne dersiniz? Olmuş mu? Yoksa “Benzemez Kimse Onlara” mı demek lazım?
BAĞIŞ ERTEN 03/12/2010
Real Orhan Pamuk'tur Barça Yaşar Kemal
Etiketler:
Barcelona,
Real Madrid
27 Kasım 2010 Cumartesi
Tanrı ve Şeytan ile Adem ve Havva
Tanrı yeryüzünü “Lahana, Karnabahar, Ispanak” gibi çeşit çeşit yeşil ve sarı sebzeyle donattı. “Adam ve Kadın” sağlıklı ve uzun hayatlar yaşasın diye.
Bunu gören Şeytan McDonald’s'ı yarattı. McDonald’s ise 99 centlik iki katlı Cheeseburger’ i icat etti. Şeytan Adam’a dedi ki; “Yanında patates, cips ister misin?” Ve Adam dedi ki; “Süper boy olsun!”
Böylece Adam kiloları almaya başladı.
Bunu gören Şeytan McDonald’s'ı yarattı. McDonald’s ise 99 centlik iki katlı Cheeseburger’ i icat etti. Şeytan Adam’a dedi ki; “Yanında patates, cips ister misin?” Ve Adam dedi ki; “Süper boy olsun!”
Böylece Adam kiloları almaya başladı.
Ve Tanrı sağlıklı yoğurdu yarattı. Kadın onu yesin ve bedenini Adam’ın beğendiği boyutlarda tutsun diye.
Bu sefer Şeytan, yoğurdu dondurdu. Çikolata getirdi, fındık getirdi. Yoğurdun üzerine konacak parlak renkli şekerler getirip serpti. Ve Kadın da kiloları almaya başladı.
Bu sefer Şeytan, yoğurdu dondurdu. Çikolata getirdi, fındık getirdi. Yoğurdun üzerine konacak parlak renkli şekerler getirip serpti. Ve Kadın da kiloları almaya başladı.
Ve Tanrı dedi ki ; “Şu taze salatamı bir deneyin”...
Bunun üzerine Şeytan kremalı hazır salata soslarını icat etti, üzerine salam ve dilimlenmiş peynir parçalarını da ekledi. Sonra tatlı için dondurmayı çıkardı. Ve kadın daha da kilo almaya başladı.
Ve Tanrı bu sefer dedi ki ; “Sana sağlıklı sebzeler verdim. Onları pişiresin diye zeytinyağı da veriyorum”.
Ve Şeytan, Cracker Barrel’dan tavukla kızarmış biftek getirdi. Öyle büyüktü ki, kendi ayrı tabağı bile vardı. Ve adam kiloları yüklendi, kötü kolesterol tavanı delip çıktı.
Ve Tanrı, koşu ayakkabılarını yarattı ve adam bu fazla kilolardan kurtulmaya karar verdi.
Ama bu sefer Şeytan, kablolu TV’yi yarattı, uzaktan kumandayı yarattı. Öyle ki, adam TV1 den TV2 ye giderken bile yerinden kalkmadı.
Ve tanrı patatesi yarattı. Besinle dolu, doğal olarak, yağ düzeyi düşük, sağlıklı bir sebze olsun istedi.
Sonra Şeytan geldi ve patatesin sağlıklı kabuğunu soydu attı. Nişastalı gövdesini çabuk çabuk kesip, derin tavada katı yağ ile kızarttı. İçine banıp yensin diye de kremayı icat etti. Ve adam uzaktan kumandasına sarıldı, kızartılmış patatesini kremaya banıp yedi. Yedikçe kolesterole battı. Ve şeytan baktı, iyi olduğunu gördü.
“İyi oldu” dedi…
Ve Tanrı içini çekerek baktı, düşündü ve “by-pass” cerrahiyi yarattı…
Bunu gören Şeytan da “Sağlık Sigortası Şirketlerini” getirdi!
(Hintli bir yazardan)
Etiketler:
GÜLMECE
26 Kasım 2010 Cuma
Dale Carnegie diyor ki
İş adamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir.Derken, kapının önünden ağır ağır geçen paspal, sevimsiz bir çocuk görürler.Berber, iş adamının kulağına fısıldar;
'Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi...'
Berber çocuğa seslenir: 'Ali, buraya gel!'
Bunun üzerine çocuk sakince dükkâna girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, 'bak şimdi' diye fısıldar ve bir elinde 5 liralık, diğer elinde 50 liralık bir banknot olduğu halde çocuğa sorar:'Hangisini istiyorsan alabilirsin? '
Çocuk dalgın dalgın bir 5 liraya bir de 50 liraya bakar ve sonunda 5 liralık banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır.Berber işadamına döner ve gülerek:
'Gördün mü? Sana söylemiştim.' der.Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür.Yanına giderek, neden 50 liralık değil de, 5 liralık banknotu aldığını sorar.Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:
' Eğer 50 liralığı alırsam oyun biter!'
'Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi...'
Berber çocuğa seslenir: 'Ali, buraya gel!'
Bunun üzerine çocuk sakince dükkâna girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, 'bak şimdi' diye fısıldar ve bir elinde 5 liralık, diğer elinde 50 liralık bir banknot olduğu halde çocuğa sorar:'Hangisini istiyorsan alabilirsin? '
Çocuk dalgın dalgın bir 5 liraya bir de 50 liraya bakar ve sonunda 5 liralık banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır.Berber işadamına döner ve gülerek:
'Gördün mü? Sana söylemiştim.' der.Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür.Yanına giderek, neden 50 liralık değil de, 5 liralık banknotu aldığını sorar.Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:
' Eğer 50 liralığı alırsam oyun biter!'
Dale Carnegie diyor ki,
"Allah'ın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken... Biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmek, iki-üç yazı okumak, birkaç dedikodu dinlemekle yargılama hakkına sahip olabiliyoruz! "
"Allah'ın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken... Biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmek, iki-üç yazı okumak, birkaç dedikodu dinlemekle yargılama hakkına sahip olabiliyoruz! "
Etiketler:
DAĞARCIK,
Dale Carnegie
25 Kasım 2010 Perşembe
Mustafa Cansız Hoca
Mustafa Cansız ismi, eğer Trabzonlu değilseniz size pek bir şey ifade etmeyecektir. Fakat onun yetiştirdiği din profesörü, günümüzün parti lideri Yaşar Nuri Öztürk'ü ise bilmeyen yoktur.
Trabzon'da bir efsane gibi anlatılan, dini sorulara nükteyle, küfürle cevap vermesiyle meşhur Cansız Hoca, 1990'larda ses kayıtları ortaya çıkan ama varlığı kanıtlanamayan Oflu Hoca'nın aksine gerçek. Karadeniz fıkralarını çağrıştıran dini yorumları da…
Mustafa Cansız, 1895 – 1975 yılları arasında yaşadı. Arapça, Farsça, Çağatayca, Rumca bilgisi, koyu CHP'li olması, akademisyenlere taş çıkarır kültürüyle her yönden farklı bir din adamı. Öğrencisi Prof. Dr. Öztürk'e göre müstesna bir şahsiyet:
ALT-ÜST
Kadının biri hayatını fahişelik yaparak kazanmaktadır. Öldüğünde cenaze namazı için camiye getirilip musalla taşına konulur. İmam, kadının cenaze namazını kıldırmak istemez. Mesele büyür, Trabzon Müftülüğü'ne intikal eder. Müftü telaşlanır.
Cansız Hoca'ya haber verilir. Durum izah edilir. Olay mahalline geldiğinde cenaze namazını kıldırmayan hocayla aralarında şu diyalog geçer:
- Bu kadının cenaze namazını niçin kıldırmıyorsun?
- Hocam bu kadın hayatında hep fuhuş yapmış. Böyle birisinin cenaze namazı kılınmaz.
- Ulan, üstte yatan pezevenklerin cenaze namazlarını kılıyorsunuz da altta yatanlarınkini niçin kılmıyorsunuz?
EDİSON CENNETE GİRECEK Mİ?
Cansız Hoca'nın bulunduğu bir yerde kimlerin cennete gireceği konusu tartışılıyormuş. Mollalardan biri Cansız Hoca'ya:
- Hocam, Edison bütün dünyayı aydınlatan buluşu gerçekleştirdi ama yine cehenneme gidecek.
- Sen Edison'un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?
- O bizim Peygamber'e inanmadı. Onun için cennete giremez.
Bunun üzerine Cansız Hoca, cevap verir:
- Bakara Suresinin 62. ayetinde şöyle der:
Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlerlerse onların ecirleri Allah katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de. Yani, bu ayette Allah insanlara 'Allah'a ve ahiret gününe inanıp hayırlı işler yapmaları ' şartını getiriyor. Ayni ayet Maide Suresinin 69. ayetinde de tekrar edilmektedir. Sonra büyük âlimlerin ekseriyetinin iman sahibi oldukları bilinen bir husustur. Ayrıca Edison'un son nefesinde nasıl gittiğini ne biliyorsun?'
Ancak adam ikna olmamış. İlla cehenneme gidecek, diye ısrar edince
Cansız Hoca sinirlenmiş:
'Allah, senin gibi beş milyon eşşeoğlueşşeği cennetine koyacağına bir Edison'u koysun daha karlıdır.'
KURAN SAYFALARI
Cansız Hoca'ya yerli yersiz herkes dini sorular soruyormuş.
- Hocam, yeryüzünün her tarafına Kuran sayfaları serilse ve büyük abdest ihtiyacın gelse bu ihtiyacı nerede gidereceksin?
Cansız Hoca çok sinirlenerek şu cevabı vermiş:
- İhtiyaç giderecek yer kalmadığına göre, senin ağzına sıçmaktan başka çare yok.
HOCA ÇIKTI
Cansız Hoca, vali ve üst düzey bürokratlarla bir yemeğe katılır. Hocaların çok yemek yemesiyle ilgili bir fıkra anlatılır:
- Hoca ile manda bostana düşmüş. Görenler, hangisini çıkaralım demişler. Kimileri mandayı çıkarın o çok yer demiş, kimileri de yok hoca daha fazla yer onu çıkarın demiş.'
Fıkrayı dinleyen Cansız Hoca masadan kalkmış, bir kenara oturup sigarasını yakmış, Masadakilerden biri Cansız Hoca'ya, 'Hocam niçin kalktınız' diye sorunca, Cansız Hoca şu cevabı vermiş:
'Hoca çıktı mandalar yesin.'
OKUNAN DUA ÖLÜ RUHUNA GİDER Mİ?
İzmirli bir avukat dava için Trabzon'a gelmiş. Sohbet esnasında, okunan duaların ölünün ruhuna gidip gitmeyeceği tartışılmış. Avukat, okunan duaların ölülerin ruhuna gitmeyeceğine inanıyormuş.
'Seni ancak Cansız Hoca ikna edebilir' demişler.
Hocanın tavla oynadığı kahveye gidilmiş.
Adam sorusunu yineleyince, aralarında şu diyalog geçmiş.
- Elbette gider.
- Peki nasıl gider?
- Senin anan, eşin, kızın var mı?
- Var.
- Nerede oturuyorlar?
- İzmir'de.
- Senin ananı, avradını, kızını...
- (Adam sinirlenerek hocanın üzerine yürümüş) Ne biçim konuşuyorsun sen?
- Niye sinirleniyorsun? Duaların buradan ahirete gittiğine inanmıyorsun da, küfürlerin buradan İzmir'e gittiğine niye inanıyorsun?
Etiketler:
GÜLMECE,
Mustafa Cansız
10 Kasım 2010 Çarşamba
dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
mustafa'm mustafa kemal'im
diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna
sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara'dan uçan kuşlar
kemal'im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa'm mustafa kemal'im
nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay'ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa'm mustafa kemal'im
karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun mustafa kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
mustafa'm mustafa kemal'im
ankara'nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesi'nde rasattepe'de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafa'm mustafa kemal'im
Attila İLHAN
Etiketler:
Atatürk,
Attila İLHAN
KALPAKLI SÜVARİ
Gecenin arkasında bir yerde,
Ufaldıkça gaz lambaları,
Nehrin omuzlarına yaslanıp
yaşlı ve dindar
Yalnızlıktan soğumuş dağlar,
Kalpaklı bir süvari dolaşırmış gizlilerde,
Köylüler böyle diyorlar,
Yatsıları...
Nal sesleri duyulur mu yağmur olursa
Ne mümkün
En usul havalarda duyulacak
Erzurum'a doğru şah damarın oynar gibi,
Gören eden yok, her nasılsa
Kalpaklı olduğunu biliyorlar.
Bir elinde kılıç, bir elinde sancak,
Kemah köylüğünde,
Fakir fukaraya azık dağıtasıymış,
Üçer arşın kefenlik,
İçlik ve mintan,
Birer kese sarı lira cep harçlığı,
Olur mu olmaz mı
Orası bilinmiyor...
Tılhas'ta bir kağnıya dokunmasıyla
bir ne halsa,
Araba traktöre tebdil olmuş
Allah tarafından.
Tercan toprağındaki kerametini
Anlata anlata bitiremiyorlar.
Köylüler böyle diyorlar...
Gecenin arkasında bir yerde,
Ufaldıkça gaz lambaları,
Nehrin omuzlarına yaslanıp
yaşlı ve dindar,
Yalnızlıktan soğumuş dağlar,
Kalpaklı bir süvari dolaşırmış
gizlilerde,
Köylüler böyle diyorlar
yatsıları...
Kemal Paşa'dır diyorlar...
Etiketler:
Atatürk,
Attila İLHAN,
Şiir
9 Kasım 2010 Salı
10 Kasım
20/12/2004 tarihli iletimdir (Süyün)
Takvim belki 10 Kasım’ı göstermiyor ama her gün bir kere daha kaybettiğimiz değerlerimizle tekrar tekrar yaşıyoruz 10 Kasım’ın derin acısını .Bu yazıyı Atamızı kaybedişimizin yıldönümünde yazmıştım ama bugünün 20 Aralık olması yalnızca takvim üzerinde değiştiriyor herhalde zamanı .1938’in 10 Kasım’ından beri bize hiç güneş doğmadı ki sabah olsun, gün dönsün, yeni bir güne devretsin .
Bir alagün içerisinde yaşamaya mahkum edilmişiz .Güneşimizin önüne bulutlar konulup bizi aydınlatmasına engel olunmaya çalışılarak .Ve bugün canım istedi paylaşmayı .Paylaştıkça çoğalacağına inanarak
Bugün On Kasım.
Yıkımların en büyüğünü yaşadı bundan yıllar önce tüm Türkiye .Ve hala o yıkıntıların arasında sesimizi duyurmaya çalışıyoruz o günden bugüne .
Sesimizi duyan var mı ?Hayır !
Birisi vardı sesimizi duyan ,hatta o sesi çıkartmamızı sağlayan ,bir milletin içten içe attığı çığlıkları dışarıya yansıtan ,hayatta kalmamız için hayatını gözden çıkaran ,sesimiz ,soluğumuz , dünümüz bugünümüz ve yarınımız olacak olan bir kişi vardı onu da altmışbeş sene önce kaybettik .
Evet kaybettik .Hiç kimse şimdi bana o bizim kalbimizde yaşıyor ,bıraktıkları ufkumuzu aydınlatıyor şeklinde muhalif cümleler kurmaya çalışmasın .Daha doğrusu kimse kendini kandırmasın .Çünkü kalpte yaşatmak yetmiyor bazen .O kalbi sunabilmek önemli olan korkusuzca .Bir fikri taşıyabilmek yeni ufuklara .
Görünüşte herkes Atatürkçü .Ama kaç kişi hesabını soruyor ona küfredenlerin ,onun üzerine titrediği cumhuriyetimize küfredenlerin afla birlikte dışarı çıkmasının .
Yavaş yavaş uyutulan bir topluluğuz artık, millet olmaktan çok uzaklarda .Bir şekilde kışkırtılmış, bölünmüş, gençleri bile zıt kulvarlara çekilmiş, kimliklerimizin önüne sağcı,solcu damgası basılmış, kim vurduya giden canların ardından biraz daha sessiz kalmaya alıştırılmış bir toplumuz .
Işıklarımız birer birer sönüyor hiç kimse bu gidişe bir dur diyemiyor. Uğur Mumcu'nun ,Ahmet Taner Kışlalı’nın, Necib Hablemitoğlu'nun katilleri hiç bir şekilde bulunamıyor, yakalananlarda afla salınıveriliyor ,olmadı uyum yasaları adında yeni kılıflar uydurularak özgür bırakılıyor. Aslında bütün değerlerimize içten içe çok sağlam küfürler ediliyor .Susuyoruz .
Karanlığa yavaş yavaş alışıyor gözlerimiz, sönen her bir ışıkla ve uyutulmaya çalışılıyor bir millet. Öyle uygunki ortam uykuya .Karanlık ,ısınmış bir ortam yaratılıyor. Tüm bu nedenlerden dolayı hareketleri kısıtlanmış bireyleriz herbirimiz .
Söz hakkı hep kürsü sahiplerinde ,mevki sahiplerinde .Onlar konuşuyor biz dinliyoruz .Yanlış yada doğru, kaçımız sorguluyoruz, kaçımız karşı çıkıyoruz .Yıpratılmış o kadar çok hayat var ki .Hangi birinin hesabını sorabiliyoruz .Hep korkutuluyor gözümüz işle ,notla .Susturuluyoruz .
Peki nasıl oluyorda bu kadar karanlık adamlar tarafından güdülüyoruz ?Nasıl oluyorda sönen her bir ışığa karşı bir mum yakamıyoruz ?Verdimse ben verdim diyen başbakanların, cumhurbaşkanlarının güdümü altında, benim memurum işini bilir sözüyle, devletin kendi organlarının kanatılmasına izin veriyoruz .
Sonra On Kasımlar geliyor izindeyiz Atam diyoruz.
İzine çıkmak için erken değil mi? Görevlerimiz bitti mi? Daha aydınlık bir Türkiye için çalıştık,yorulduk mu? Hangi izin öyleyse bu ?Bilmiyorum .
On Kasımlar matem havasında geçmesin demiş zamanında bir bilen .Her
konuşmanın, her şiirin ardına alkışlar ekleniyor şimdilerde.Özümseyemedik hala kaybettiklerimizi .Yada özümsenmesini istemiyor birileri .
Kaybolan ışıklarımız ,itibarımız ve yavaş yavaş yok olmaya başlayan insanlığımız
Şehit aileleri aç ,çocukları babasız ,eşleri erkeksiz ve bir hain imralıda karnı tok sırtı pek emirler yağdırıyor hala .
Baklava çalan çocuklar taşıyor cezaların en ağırını sırtlarında, bankaları hortumlayanlar devlet arazilerine kondurdukları saraylarında .
Binlerce aç çocuk sokaklarda suçla savaşıyor .Böbrek mafyasının elinden ,sapıkların elinden kurtulmaya çabalıyor ve devletin hapisinde güven içinde büyüyen bir bebeğe olan acıma duygusu bu bebekle birlikte milyonu bulan suçluyu da affettiriyor, daha çok korksun diye güvenden yoksun insanlarımız .
Kimse boş bir arsada tecavüze uğrayıp kafasına taşla vurulmak suretiyle öldürülen çocuğu hatırlamıyor ,doksanlı yıllarda televizyonlarda her akşam görmeye aıştığımız ama her görüntüde kor gibi yandığımız ,göz yaşı akıttığımız bebek cesetlerini hatırlamıyor.
Nedense kimse suçsuz yere kaybettiklerimize üzülmüyor onlar için bir adım atmak yerine, biraz daha geriye götürmek istercesine, geçmişte yolumuzu kesen, hızımızı kesen dikenli telleri atıyor etrafımıza .Çevresi tel örgülerle örülmüş bir hayat yaşıyoruz .Büyük adımlar atamadan ,kolumuzu ileriye doğru uzatmadan kafamızı bile fazla kaldırmaya korkarak yaşıyoruz.
Birileri AB ye girmek istiyorsanız Atatürkçülükten vazgeçmek zorundasınız diyor ve biz o AB ye girmek için fırsat kolluyoruz .
Ve bugün gelmiş kalbimizdesin diyoruz .
Yetmiyor .
Süyünbike…. 10.11.2004
Etiketler:
Atatürk
4 Kasım 2010 Perşembe
ŞU İNSANOĞLU
İnsanoğlu bir gün virgülü kaybetti ; bütün söyledikleri birbirine karıştı.
Noktayı kaybetti ; düşünceleri uzayıp gitti , ayıramadı onları.
Ünlem işaretini kaybetti bir gün de ; sevincini, öfkesini, tüm duygularını yitirdi.
Soru işaretini kaybettiği gün de soru sormayı unuttu.
İki noktayı kaybetti bir başka gün ; hiçbir açıklama yapamaz hale geldi.
Yaşamının sonuna geldiğinde elinde yalnızca tırnak işareti kalmıştı ; “ İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca.”
(03.02.2002 tarihli Açık Pencere-Melih Aşık yazısından )
Etiketler:
DAĞARCIK,
Melih Aşık
2 Kasım 2010 Salı
KADER ------ Yokluk Tamircisi
Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye. "Ol" der Tanrı. Güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz. Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur. Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur. Rüzgâr olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı. Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.Her şey karşısında eğilir. Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Ordan eser burdan eser, ama kaya banamısın demez! Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı... Ama sırtında bir acı ile uyanır.... Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ( Kaderini sev ! Belki seninki en iyisidir...)
"Amor Fati - Nietzsche "
******************************************
Mailime gelen bir fotoğraf ve altındaki yazıyı da paylaşmak isterim.... Bana gönderenin ve fotoğrafın asıl sahibinin affına sığınarak.....
--> ******************************************
Mailime gelen bir fotoğraf ve altındaki yazıyı da paylaşmak isterim.... Bana gönderenin ve fotoğrafın asıl sahibinin affına sığınarak.....
Yokluk Tamircisi
" Bu da mi tamir edilir, deme evlat.
Garibin neyi kaldi soguk kuyu lastik ayakkabisindan gayri ?"
Etiketler:
DAĞARCIK,
Friedrich Nietzsche
29 Ekim 2010 Cuma
En Büyük Bayramımız Kutlu Olsun
"Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve bana taan edenler çıkabilir. Hattâ bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki, bu fikirler, Hind'den, Mısır'dan döner, dolaşır gene gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur!"
1937, Atatürk
(Münir Hayri Egeli'nin hatıratından)
''Büyük
Ata'nın sonsuzluğa karıştığı tarihte, nüfusumuz şimdikinin
yarısından biraz aşkın, fabrikalarımız, yollarımız,
okullarımız,
üniversitelerimiz şimdikinden çok eksikti. Gazetelerimizin sürüm
tutarı şimdikiyle karşılaştırılınca oyuncak
denecek
kadar azdı. Fakat bütün bu saydıklarımızın hepsinden önemli
olan tek bir şey şimdikinden on kat, yüz kat güçlü idi:
Ulusal
ruh ve ulusal bilinç.''
Ord.
Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)